6 Şubat 2010 Cumartesi

İş ve yaşam dengesi

Masa başında memur modeli çalışan insanların, yaşamlarının yirmidört saatini işle doldurma çabasına anlam veremiyorum.

Söz konusu bir hayat kurtarma ya da bir canlının yaşamından sorumlu olmak değilse ben hiçbir işin mesai saatleri dışına taşmasını doğru bulmuyorum.

2000li yılların, mobil teknoloji sayesinde, işin peşimizi asla bırakmadığı bir model oluşturduğunu biliyorum ama durup düşünün lütfen, zaten bütün gününüzü, enerjinizi, ruhunuzu ortaya koyduğunuz işiniz, siz ofistikten çıktıktan sonra değil de ertesi gün tekrar masasınıza döndüğünüzde kaldığı yerden devam etse kayıp ne olur ?

Bizim ofiste ne zaman görsem mutlaka yanındaki birileriyle ya da cep telefonuyla konuşan, geri kalan zamanda da toplantılarda olan genel müdürümümüz şöyle dedi bir gün

" Eve gidiş yolunda kendime bir yer belirledim. O yere geldigimde telefonda kim olursa olsun şu an konuşamam yarın devam ederiz diyerek telefonu kapatıyorum ve işi kafamdan kovup artık eve yoğunlaşıyorum."

Yani bu adam şunu anlatmak istiyor: Eve vardığında onu karşılayan eşi ve üç çocuğu karşılarında ya telefonla hala konuşan ya da aklı işte kalmış bir iş adamını değil gerçekten görmeyi umdukları aile babasını buluyorlar.

İş hayatına yeni atılmış ya da sosyal hayatı işi kadar dolu olmayanların da işlerini mesai saatleri dışına taşıma merakını hoş karşılamıyorum. İnsan hayatını işle değil iş dışında herşeyle doldurmalıdır. Zaten ömrünün kırk yılı çalışarak geçiriyorsun neden geceni ve hafta sonunu da gönüllü katledesin ki ?

Bir de kusura bakmayın ama çok çalışan imajı hafta içi gece onbirlere kadar bilgisayar başından kalkmayarak ya da hafta sonlarını çalışarak geçirmekle değil elinizden gelenin en en en iyisini mesai saatleri içinde gösterebilmenizle oluşabiliyor.

Patronunuz, hafta sonu elinde içkisi, arkadaşlarıyla çakırkeyif halde eğlenirken cep telefonunda sizden gelen bir eposta gördüğünde, onda uyandırabileceğiniz yaklaşım takdir değil sizin tam bir acınası vaka olduğunuzdur.

Ama benim işim çok, mesai saatleri kurtarmıyor, toplantılardan işimi yapmaya vakit kalmıyor diye sonu gelmez bahaneleriniz olduğunu biliyorum. Ancak dediğim gibi her ne yapıyorsanız o epostaları göndermek, rapor sunumlarını, tablolarını oluşturmak bir hastanın sağlığına kavuşmasına fayda etmeyecekse kendinize yazık ediyorsunuz.

İş, hobi ve yaşam tarzı değildir. Bunun tersine inananların hayata dair çok şey kaybedeceklerinden emin olabilirsiniz.

Bir de bunun iş hayatında sizi ileriye taşımayacağını...

3 yorum:

bilge dedi ki...

güzel bir tesbit yıllarca çalıştım eve işi getirmedim desem yalan olur şimdi düşünüyorumda fazla değil getirmelerim sadece sinirlendiğim konuyu eşimle paylaşmışımdır .işinizi çalışma saatleri içinde yapsanız inanın hiç bir iş kalmaz paylaşımınız için teşekkür ederim.sevgi ve dostlukla..

nalan dedi ki...

kazı ayağı maalesef öyle değil :(
proje aşamasında patronlar lüks bir otelde başarılarını kutlarken ben evrakların son halini hazırlayıp da sevkiyata yetiştirdiğimi hatırlarım.
tabii mecburen ben ayık, taraflardan kafaları çakır keyif artık dediklerini anlamaya çalışıp bitirmiştim işi :)
o kadar da dert edilecek bir durum değil aslında, ben hiç gocunmadım, hiç yorulmadım. kafam rahat olup bunları angarya olarak görmediğim için de işe küfrederek değil zevkle gidiyorum.
bu söylediklerim de öyle 2 sneelik mesele değil. ben aynı ofiste 13 yıldır çalışıyorum :)

Uyumsuz dedi ki...

Sevgili Bilge. Ben de senin gibi dusunuyorum. Surekli is dusunup is konusmak yerine gun icinde ancak canimi sikan ve paylasma ihtiyaci duydugum seyleri yakinlarima anlatiyorum. Bu ogrenciyken de boyleydi, gene boyle..
Sevgili Nalan, benim kastettigim senin gibi zaman sinirlamalari proejeler, etkinlikler, konferanslar icin hazirlanma sureclerini icermiyor, tabi ki boyle zamanlarda uykusuz geceler boyu hedefe yoneliyor insan. Benim sadece anlatmak istedigim, isini hayati uzerine kurmaya calisan insanlarin gunun sonunda sadece sacmaliyor olduklari :)