25 Ağustos 2010 Çarşamba

Saçma işler ülkesi

Halkın kullanımındaki kapalı alanlardaki tek yasağın sigara içmek olduğunu sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Türkiye'de çok uzun zamandır halka açık binalarda " elini kolunu sallayarak giremezsin" diye kural uygulanmakta. Okul, işyeri, devlet dairesi, aklınıza gelebilecek her yerde işte bu aletin içinden geçmemiz gerekiyor. Ve kimse de nedenini sorgulamıyor.

Açık alanlarda havaya silah sıkmak tamam ama kapalı alanlarda silahını kullanamazsın uyarısı mı bu acaba ?

Ya da girdiğiniz binayı patlatabilirsiniz ancak metal içerikli bomba kullanamazsınız mı ?

Yoksa sokaklarda Fight Club misali binaları patlatma potansiyeli yüksek insanlar var da ve bunların dedektör alerjisi sayesinde mi binalarda güvendeyiz ?

Size en basit örneğiyle bizim şirketin binasını anlatayim. Alışeriş binası tarafından girmek isterseniz iki giriş katında güvenliğe rastlıyorsunuz, ama alt otoparktan doğrudan süpermarkete girerseniz burada ne güvenlik görevlisi var ne de her hangi bir cihaz.

E ne bu şimdi ?

Ama aynı bina aklınca güvenliği o kadar sıkı tutuyor ki, ofise çıkmak istediğinizde önce alışveriş merkezinin güvenliğinden geçiyorsunuz, ardında on adım atıp ofis binasının güvenliğinden..

Üst katta dedektörler sizi duble tararken altta süpermarketten giren her kötü niyetli istediğini yapabilecek durumda.

O halde neden bu saçma aletlerden geçmemiz gerekiyor ? Sonra da kanser vakaları çok arttı diye geyik yapıp duruyoruz. Bu aletler nedir, ne kadar radyasyon yayıyorlar, kontrolleri ne sıklıkta yapılıyor, yan sanayi mi yoksa orjinal cihazlar mı hiçbir bilgimiz de yok.

Ayrıca bu cihazlar gerçekten kötü bir niyeti ne kadar uzak tutabiliyorlar kapalı yerlerden o da esas konu.

Kısaca herşeyde olduğu gibi bu güvenlik saplantısında da saçma bir ülkedeyiz..

19 Ağustos 2010 Perşembe

Yeni bir insan türü

İlle De Roman Olsun Kitap Kulübü'nde son okuduğumuz kitaptan sonra aslında yeni birşey fark ettim. Üç maymunluk halinin artık değişim göstererek bir üst seviyeye dönüştüğünü.

Şöyle..

Eskiden bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın diyenler, sustukça sırası hala gelmeyenler, işinde gücünde olup kimseyle bir alıp vermediği olanlar hep huzurluydu. Kendi dertlerinden başka sorunu olmadıkları için, hiçbir şeye büyük çerçeveden bakamadıkları için kaygıları da ufak olurdu bu insanların. Sanardık ki asıl tehlike bunlar. Oysa beteri gelmiş yeni görüyorum.

Yeni neslin adı iyimser kandırıkçılar. Ya da hayalci saflar. Belki daha sert bir tanımla duymak istediklerinizi size pazarlayanlar..

Basitçe anlatmak gerekirse doğru söyleyeni dokuz köyden kovanların başını çektiği türdür bu insanlar. Ortada olan gerçeği biri cesaret edip de açıkça dile getirdiğinde bunlar hemen karalamayla var olan gerçeği pembeye boyarlar. Ya da daha da ileri gidip sanki o gerçeğin acı tadından onu dile getiren sorumluymuş gibi hedef oklarını zavallı dürüst ve cesur insana yönlendirirler.

Örnekle anlatmak gerekirse de aksiyon planları şöyle sıralanabilir.

- Aylardan mayıs, biri bu sene kurban bayramı dokuz gün yaşasın diye galeyana gelir. Diğeri çıkıp altı ay sonraki tatilin hayalini şimdiden mi kuruyorsun der ve hemen bizim iyimser kandırıkçı çıkar " Sen de ne kötümsersin, ne güzel tatil var işte, mutlu da mı olmayalım !" diye öbürünü paylar

- Denizfeneri Derneği'nin sadece Kanal 7'de tanıtılmasından şüphelenen ve bu yüzden bu derneği samimi bulmayan biri vardır. Almanya'daki aynı isimli derneğin savcılık soruşturmasına takılmasının ardından " Bu adamlar da insanların vicdanlarını kullanıp toplanan parayla yardım değil belli bir amaca hizmet etmişler" diye saydırırken bizim hayalci saf çıkar gene sahneye ve der ki " Dernek paranın hepsini hortumlamış değil, ihtiyacı olan bir çok zor durumdaki insana da yardım ediyor, neden bu kadar önyargılı yaklaşıyorsun ?" diye suçlar hemen

Görüldüğü üzere Kral Çıplak diye bağıran insana karşı linç kuvvetlerini salabilecek güçtedirler.

Bir diğer tehlike dokuz köyden kovulduktan sonra artık çekip giden dürüst insan da ortalıktan çekilden sonra gerçekleşir. Çünkü meydan bunlara kalır.

Ve bundan sonrası duymak istedikleriniz şeklinde devam eder.

Siz öğrenciyken kötü bir sınav sonrası sırtınızı sıvazlayıp " Boşver benim de kötü geçti zaten sınav." diye teselli edenlerdir bunlar. Perhize başladığınızda " Sen zayıfsın zaten, gel işte kebapçıya gidelim, pide yemezsin sadece et ye." de derler. Hoşlandığınız bir kişiyle ilgili " Bence kesin o da senden hoşlanıyor, daha iyisini bulamazsın, hemen atla " diye gaza getirip başınızın ağrıdığı bir akşam siz evde yatmaya hazırlanırken " Seninki stresten sadece, çıkalım içelim gör bak hemen gevşeyeceksin." diye ısrar edenlerdir.

Günü kurtarmanın daha çok işimize geldiğinin hepimizden çok daha iyi farkında olup uzun vaadeli hedeflerden bizi fena halde uzaklaştırabilirler.

Bu da benim yeni yeni gördüğüm bir insan modeli işte. Paranoyak yanımın bir ürünü de olabilir tabi ama ben gene de inanıyorum, etrafımızda çok fazla var bunlardan !

16 Ağustos 2010 Pazartesi

Yalnızım ülen !

İş arkadaşlarımdan birinin oğlu üstün zekalı. Dolayısıyla çocuğun eğitimine ayrı bir özen gösteriyorlar. Aslında dolayısıyla dedim ama ailenin çocuğun eğitimine ayrıca ilgi göstermesinin sebebi zeka seviyesinden en iyi şekilde faydalanması değil de daha çok çocuğun yaşıtları arasındaki yalnızlığını gidermek.

" Oğlum Plüton'un gezegenlikten çıkarılmasıyla ilgili konuşmak istediğinde yaşıtları çocuğa garip garip bakıyor." diye yakınıyor annesi. Çaresi de iyi bir okulun özel üstün zekalılar sınıfı. Sonuçta hepsi aynı dili konuşan bir grup çocuklar sınıfı.

Ben de o çocuğun Plüton geyiğindeki yalnızlığını duyuyorum içimde. Tabi üstün zekalı olmadığım için benim bir özel sınıfım da yok. Ama gene de ben de Plüton'un güneş sistemine son katılan ama kısa sürede uyduluğa düşürülen gezegen kariyerini doyasıyla konu etmek istiyorum muhabbetlerimde.

NTV'deki Life belgeselini seyrettikten sonra yumurtalarını korumak için altı ay aç bir halde nöbet bekleyen ahtapotun tam da yavruları yumurtadan çıkarken ölümü karşısında duyduğum hüznü benimle paylaşacak kimsem de yok.

En basitinden, bir gün piyangodan para çıkarsa hayalleri kurulurken o parayla Afrika'ya gider, hem gezip hem de köle ticaretine karşı Birleşmiş Milletler'de gönüllü çalışırım diye kendi fikrimi ortaya koyduğumda ise bana anlam veren bir kişi bile çıkmıyor şu alemde.

Televizyonda Türk dizisi ya da maç, gazetede futbol ya da Kelebek, Internet'te de Facebook'un ötesine geçememiş insanlık içinde yalnızım ben dostlar, çok yalnızım !