20 Eylül 2011 Salı

Vi ar di vörld vi ar di çildırın

Seçme yurdum şarkıcılarının Somali'ye büyük sefer düzenleyeceğini öğrendiğimde aklıma şöyle bir görüntü geldi. Mağrur ve üzgün Audrey Hepburn taklidiyle Ajda Pekkan kemikleri çıkmış bir Afrikalı çocuğu kucağına almış sarılıyor..

Neyseki bu sahte tablo gerçekleşmedi. Onun yerine Nihat Doğan Somali halkı ile Türk halkı arasında hangisinin ' insan ' olduğu karmaşasını yaşadı. Sertab Erener yerel dansçılara eşlik etti. Geçti bitti.

Benim Somali ile ilgili anlamadığım konu şu. Somali zaten fakirlik, iç savaş ve açlıkla boğuşan bir ülke değil miydi ? Neden bir anda Türkiye bu ülkeyi kucaklama ihtiyacı hissetti ? Ne bileyim, ilkokuldan beri kardeş ülke diye anlatılan Pakistan geçen yıl sel felaketinde yüzbinlerce insanı evsiz bırakırken, zaten fakir halk üstüne salgın hastalık ve açlıkla mücadele etmek zorunda kalırken, hatta dünyanın dikkatini çekmek için Angelina Jolie bile orayı ziyaret etmişken neden Somali kadar popüler yardım hedefi haline gelmedi bizde ?

Ya da madem amaç dünyanın en yoksul halklarına destek olmak ise Kongo, Birundi ya da Sierra Leone gibi diğer ülkelerin, yıllardır diktatör azabından yarım milyon insanın hayatını kaybettiği Darfur'un Somali'den farkı ne ?

Bundan on yıl önce de yüz yıl önce de Afrika hep acı içindeydi. Kara kıta adını halkın deri renginden aldığını sanan şaşkınların bu Somali'yi yeni keşfetmiş hallerini hakikaten anlamıyorum.

Somali'ye yardım etmeyelim sitemi değil bu. Sadece madem bir yardım hareketi var, bunu gaza gelmiş şarkıcı hareketi olarak değil, uzun süreli, projeli ve sistemli bir düzenle yapmak gerekir diye düşünüyorum. Sadece bir ülke ile değil tüm dünya halklarına karşı bir destek olması gerektiğini inanıyorum.

Bundan üç yıl önce korsanları kaptanlarımızı kaçırdı diye hor görülen bir ülkeyi anlamadan bilmeden kucaklamaktan daha akıllıca davranmamız gerek diyorum !

12 Eylül 2011 Pazartesi

Çizginin öte yanı

Şairin yolun yarısı dediği dönemde, bebek sahibi olunca hayatınızda neler değişiyor, nasıl bir yörünge kayması oluyor ben size kısaca özet geçeyim hemen.

- Bir kere İran gibi ataerkil toplumun ülke kanunlarına işlediği ülkelere anlam vermek zor. Bebek ve çocuk işi yüzde yüz anne becerisi ve sorumluluğu altında. Ufak bir bebekle ya da 5 yaşındaki çocuğuyla 24 saat kesintisiz ilgilenip günün sonunda akıl ve beden sağlığını hala koruyabilen bir baba var mıdır hiç inanmam. Çocuğu babanın zimmetli malı olarak gören bu abuk ülkelerdeki babalar da zaten annelerinden ayırdıkları çocukları da muhtemelen kendi ailelerine ya da başka kadınlara teslim ediyorlardır. Saçmalık.

- Lise son sınıfta üniversite sınavlarına hazırlanırken bir testte şöyle bir cümle okumuştum. ' Kadını güçlü kılan anneliktir' diye. Anne olmayan kadın zayıftır diye bir önerme yok tabi ama anne olan kadının potansiyelini hiç de hafife almamak gerekiyor. Sessiz, sabırlı ve uyumlu gözüken hallerine aldırmayın, ormanda on kaplan gücüne sahiptir kendisi, fena parçalar..

- Evet, uykusuzluğa alışılıyormuş. Uykunuzun en ağır ya da tatlı neyse artık, o kısmında hafif bir vıklama ile yattığınız yerden fırlamak gibi bir içgüdünüz oluyor. Yeni doğmuş bebeğiniz o gece dört saat aralıksız uyuyup sizi sabaha karşı uyandırdıysa dünyanın en şanslı annesisiniz demektir. Gecenin bir yarısı gözlerinizi açıp sessiz bir ortamla karşılaşmak ise en büyük şaşkınlıklardan biri. Yani genelde ne zaman çalacağı tamamen doğanın oyunu olan bir alarmlı saatin kuklasısınız. Ama neyseki aynı doğa ana çok değil, iki üç ay sonra sizi bu uykusuzluğa karşı dirençleştiriyor. Yıkılmadan ayakta kalabiliyorsunuz.

- Keyif denen eylemin tanımı sizin için tamamen değişiyor. Mesela benimki güzel bir banyo sonrası ayaklarımı uzatıp CSI ya da Law & Order izleyip bir yandan fındık kemirmekti. Şimdiki keyfim, banyo yapabilecek vaktimin olması. Bir diğer keyfim tadı, ısısı, kıvamı güzel yemekler hazırlayıp eşimle, arkadaşlarımla sohbet ederek vakit geçirmekti. Şu anda keyif sadece karın doyurmak eylemiyle tatmin olabiliyor. Ha dört gün önce pişirilmiş yemek, ha sabahtan beri dört kere ısıtılıp en sonunda soğuk olarak ağzınıza tıkıştırmaya karar verdiğiniz bir besin, fark etmez.

Çizginin öte yanında hayat buradan böyle karamsar gözüküyor, ama insanın başına gelince o kadar da içinizi karartmıyor. Üstelik bu tablo gene bence en en en iyi olan senaryoyu anlatıyor.

Çizginin öte yanında, bir de fiziksel ya da mental rahatsızlıkla dünyaya gelen, ya da çok ufakken ciddi hastalıklara yakalanan, kaza geçiren ve sürekli bakıma muhtaç olan bebek ve çocukların anneleri var. Daha yolun çok başında olsam bile emin olduğum birşey var ki evrende bu anneler kadar güçlü ve saygı duyulacak başka kimse olamaz..