27 Kasım 2008 Perşembe

Korku sinemasının anatomisi

Aslında korkma fiilinden ben de hoşlanmam. Ancak söz konusu korku sıfatı filmin önünde olunca herşey değişir. Korku filmlerini korkmak için değil olan biten tuhaf, ilginç, değişik, çoğu zaman ürpertici ama daha da çoğu zaman beni hayretlere düşüren hikayeler için izliyorum. Ve filmde dönen olayları inandırıcı bulmadığım için de korkmuyorum. Böyle bir döngüyle bakarsanız korku filmlerinin esiri değil benim gibi ukala bir eleştirmeni olabilirsiniz.
Beş yaşımdan beri çoğu Amerikadan çıkmış korku filmlerini izliyorum. Çocukken video, üniversite yıllarında VCD ve çalışma hayatında da DVD formatında bu takip aralıksız devam etti. Ne yazık ki zaman içinde izlenilen formatların değişmesi gibi bu türün kalitesi de bir o kadar kötüleşti.


Bir kaç örnekle..


Exorcist, içine kötü bir ruh giren yeniyetme bir kızın yaşadığı o korkunç kabusu bizzat o yatak odasında birebir bizim de hissettiğimiz muhteşem bir filmdi. Türkiye'de Şeytan olarak piyasaya çıktığı için olsa gerek biz o kızın kafasını 360 derece döndüren ve yeşil kusup sürekli küfreden yaratıktan herkesten fazla korkar olduk. Bir fenomene dönüştüğü için de hiç gecikmeden Türk versyonunu çektik. Orjinalinde rahip olan filmin yerli versyonunda Cihan Ünal'ı imam rolünde gözünüzün önüne getirirseniz filmin insan üzerindeki etkisini kafanızda canlandırmak zor olmaz. Ancak şu var ki yıllar sonra çekilen ve filmin birebir en kötü taklidi olan Kutsal Damacana'dan çok daha iyiydi bu film. Neyse, Exorcist hala gelmiş geçmiş en iyi korku filmler listesinde mutlaka başı çeker. Bu yüzden de kötü taklitleri olduğu kadar başarısız devam filmleri de onu kovaladı. Exorcist 3 fena değildi ama yine de ilkinin tadını asla yakalayamadı. Pre-sequealların popüler olduğu dönemde çekilen Exorcist The Beginning ise başlı başına hayal kırıklığı olarak yerini aldı.

Omen, İncil'deki bir kehanetten yola çıkarak yazılmış şeytanın dünya üzerindeki kötü planını anlatan etkileyici bir hikaye. Amerikalı bir büyükelçinin oğlu kılığındaki bir çocuğun daha altı yaşındayken etrafında olan bitenin anlatıldığı baştan sona lanetli bir film. Oğlan babası şeytan annesi çakal bir yaratıktır aslında ama henüz çocuk olduğu için hiçbir şeyin farkında değildir. Sadece etrafında onu koruyan güçler ya da şeytana tapanların saçtığı dehşet vardır, yoksa çocuk hakikaten de masumdur. Özellikle ölüm sahnelerindeki yaratıcılık üst boyutlarda olduğu için Omen açıkçası benim listemde Exorcist'i sollar. İşin kötüsü o da kötü devam filmlerinin kurbanı olur. 4. bölüme kadar gittikçe daha da berbatlaşan bölümler izler. Daha da kötüsü de gelir ve 2006'da yeniden çevrilir, yazık olur gider.

Halloween ve Nightmare on Elm Street: Süper fikirlerle yaratılmış iki takıntılı insan üstü seri katilin yıllara yayılan hikayesidir bu filmler. Halloween'in altmış bölüm falan devamı çekildiği için artık dalga geçmeden edemiyorum bu filmle. O yüzden hikayesi tipik bir namus cinayetiyle başlayan bir katilin öyküsü diyip geçeceğim. Erkek arkadaşıyla evde oynaşan ablasını öldüren üç yaşında bir veledin yıllar sonra akıl hastanesinden kaçıp doğduğu kasabada dehşet saçmasına tanık oluruz. Özellikle taktığı bir kız vardır ki aslında onun kim olduğu ikinci bölümde çıkar ortaya. Bu bakımdan ikinci bölümü çok da suçlamamak lazım. Zira ikinci bölüm bir çok takip filmlerinin aksine yıllar sonrasında değil birinci bölümün tam bittiği sahneden devam ettiği için iyi bir filmdir. Ama sonrası, hele ki üçüncü bölüm dünya saçması bir hal alır.

Nightmare On Elm Street yine biz Türk izleyicisinin o uzun tırnaklarıyl kalbini dağlamış, ölümcül espri anlayışından ödün vermeyen Freddy Krueger'ın mahallelinin evlatlarını uykusuz bıraktığı geceleri anlatır. Hem eğlenceli hem de tüyleri diken sahneleriyle bir şahaserdir ve bu yüzden de suyu çıkan devam filmlerinin en acı kurbanı olur.

Seksenlerin iyi fikirle çıkmış insanın hayal gücüne hayran bırakan bu iyi korku filmlerinin ard arda ticari devamlarla yazık edilmesi yetmezmiş gibi doksanlarda kötü gençlik korkuları ve saçma sapan efektlerle donatılmış zayıf senaryolar yüzünden korku sineması silindi gitti. Yıllar sonra Saw gösterime sessiz sedasız girdiğinde ya da Ring'in reklam bile gerektirmeyen etkisi düşünüldüğünde heyecanlanmıştım. Sinema salonunun o karanlık ve sessiz ortamında nefessiz kalarak klişeden uzak gergin sahneleri izliyor olmak resmen hoşuma gitmişti. Ancak her iki filmden sonra da korkarım bunların kötü devamları gelecektir diye içimden geçen düşünceler de gerçekleşti. Saw her sene devam ede ede daha şimdiden beşinci bölüme ulaştı bile. Türk işi dalga filmi Desdere'yi de unutmamak gerek tabi. Ring sadece ikide kalsa da sürekli oradan buradan çıkıp dehşetin suyunu çıkaran esmer uzun saçlı kız ve çocuk temalı filmlerin furyası son sürat aslında hala devam ediyor.

Wes Craven'in başta kendisiyle dalga geçtiği ve tüm korku filmlerini inceden alaya alan Scream serisi bile bugünlerde kaliteli bir korku filmi gibi gözükmeye başladı gözüme. Evde koca bir çekmece dolusu korku kolyeksyonum yerinde sayıyor artık. Dönüp dolaşıp aynı senaryoları şekillendiren anlayış yüzünden şöyle keyifle izlenecek korku filmi çıkmaz oldu, ne yazık..

24 Kasım 2008 Pazartesi

İçinde Johnny Depp olmayan bir korsan filmi

Euro-dolar paritesi, batan bankalar, Amerikada kamulaşan sektörler, işten çıkarmalar şeklinde bir dizi ekonomik mahşer günü haberlerinin arasına sıkışan Afrikalı Korsanlar haberleri şu aralar en favori gündemim.

Asırlarca sömürülmüş, ailelerinden koparılıp başka kıtalarda kölelik yaptırılmış, tüm doğal kaynakları tüketilmeye devam eden, üç kuruşa elmas madencisi olarak çalıştırılan ama öte yandan silah tüccarlarının kasalarını daima dolu tutacak kadar da parası tüketilebilen, bir de yetmezmiş gibi kürkü, dişi yok bilmem neyi yüzünden hayvan nesli dahi silinmeye yüz tutmuş Afrikalının fırsattan istifade uyanışı olsa gerek bu gemi kaçırma eylemleri.

Koca yük gemilerine uyduruk teknelerle yanaşıp düz duvara tırmanır gibi çabucak gemiye çıkıp sonra oradaki tüm mürettebatı etkisiz hale getiriyorlar. Kimseye zarar vermiyorlar, zaten ne yapsınlar milletin canını, onların maldan başka derdi yok. Gemideki erzak kimsenin karnını doyurmaya yetmez dendiğinde bile yaratıcılıklarını kullanıp hemen karaya çıkarak bir kaç keçi avlayıp gemide onları pişirmeyi akıl edecek kadar da dahiler. Hakikaten takdir ediyorum bu Afrikalı korsanları.

Bugün her hangi bir Afrikalı ya iç savaş ya da yoksullukla mücadele ediyor. Yani bu ya hayatta kalma ya da karın doyurma savaşı demek. O yüzden bir zamanlar Fransızı, İngilizi, Portekizlisi gelip kanlarını canlarını kastederken, Amerikalısı da onları köle yapmak için kaçırmışken bugün bu ülkelerde millet işsiz kalmış, paraları bankalarda batmış adamın umurunda değil tabi.

Karayip Korsanlarından sonraki korsan filmi bu kez kara kıtadan geliyor. Ve ben her akşam haberlerde onca iç karartıcı ekonomik çökmenin arasında yeni kuşak bu korsanların maceralarını keyifle izlemeyi sürdüreceğimi umuyorum !




13 Kasım 2008 Perşembe

Orada bir köy var uzakta

Internetteki yığınla oyun içinde oyun oynama alışkanlığı olmayanlar için bile ideal bir oyun alanı var: Travian. Bu yandaki gibi bir köyler kurup tarlalar geliştiriyorsunuz ve eğer aç gözlüyseniz çevrenizdeki komşu köylere saldırıp onların hammadelerini çalıyorsunuz. Saldırıların çoğu masumca oluyor yani hammede alıp kaçıyorsunuz. Bazı sivriler arada çıkıp binalarınıza saldırıp yıkmaya çalışabiliyor. Ama genelde buna cesaret edebilen çok az oluyor.

Tüm bu süre içinde çevre köylerin birleşip kurduğu birlikler içindeki dayanışma hayatınızı kurtarıyor. Malınız mı eksildi haber veriyorsunuz, size saldırı mı var, yardım istiyorsunuz, birlik üyeleri hemen size asker ve hammedya gönderiyorlar.

Her ne kadar işin içinde kaçınılmaz olarak savaş olsa da platformdaki iletişim inanılmaz derecede sempatik. Her aldığınız mesaj " Kardeş, sende şu var mı ?" " Kardeş, bana saldırı var ne yapmam lazım." şeklinde oluyor. Saldırdığınız kişi size yine saldırı ile tepki veriyor ya da yine birlik içinden destekle ayakta kalmaya çalışıyor. Yani kendini bilmez biri çıkıp küfür edip tehditler savurmuyor köyüne neden göz diktiniz diye.

İşin eğlencesi de, oyun yaş ortalaması genelde ufak bir kitlenin elinde olduğu için bazen kendinizi çocuk parkında bir grup veletle savaşçılık oynuyormuşsunuz hissinden alıkoyamıyorsunuz.

Kendine bir köy kurmak isteyenler ve hırs yapıp kendini kaybetmeyecekler için alan burası: www.travian.com.tr

7 Kasım 2008 Cuma

Dünyanın sonu geldi mi, geliyor mu ?


Kasım'ın ilk haftası bitti bile ve hava sıcaklıkları buralarda hala şaka gibi seyrediyor. Belki ısı bir anda düşecek bilemem ama hiç içime sinmiyor bu mevsim dışı hareketler. İnanmadığım küresel ısınma lafları da boş; milyar yaşındaki gezegen iki üç yılda mı ısı farklılıkları yaşar oldu yani ? Neyse, Kasım ayı soğuk ve yağmurlu geçsin, bu mevsimin en sevimsiz ayı kendine gelsin diyorum !

Kasım ayını günlük gülistanlık hale getiren bir başka gelişme de yoksa gerçekten olur mu acaba denen şeyin gerçeklemiş olması. Yani ABD seçimlerini Obama'nın alması. Bırakın başka renkten başkan ihtimalini, bugüne kadar soyu İrlanda'ya dayanmamış adayların yarıştığı bile görülmemişti son finalde. Ama silkinip kendimize gelince, aslında görüyoruz ki seçimlere Afrika kökenli bir başkan adayının girmesi bugüne kadar onların hiç ilgisini çekmeyen bir kısım seçmen kitlesini de oy vermeye itti. Meksikalısı, Afrikalısı, eşcinseli; kısaca tipik beyinsiz orta-batı Amerikalı profilinden tamamen uzak ne kadar kesim varsa muhtemelen hayatlarında ilk kez oy verdi bu seçimlerde. Yine de az bir farkla bu başarıyı yakaladılar ya olsun, o da iyidir.

( Bakınız tepede orta-batı yine cumhuriyetçiler yönünden esmiş geçmiş aslında)

Amerika'nın başkanı artık bir zenci, dünyanın sonu mu geliyor dediğim şey biraz da burada kırılıyor. Sevgili Morrrissey'in " America is not the world " sarkisinda da dedigi gibi, özgürlükler ülkesi olabilir ama nedense başkanı hiç kadın, zenci ya da eşcinsel olmaz söylemi hala geçerli bence. Sonuçta Obama aslında yarı beyaz ve gençliğinin önemli bir kısmı beyaz anneannesinin yanında ve çevresinde geçmiş. Yani pek de öyle arka sokaklardan gelip hayat mücadelesi vermiş bilindik o zencilerden değil kendisi. Yüzde elli de bir adımdır, yüzde elli zenci seçen bir sonraki sefer yüzde elli kızılderili bile seçer diye mi umutlanalım yani ?

Yok valla, ben yahudi asıllı eşcinsel bir zenci başkan seçilene kadar Amerika değişiyor demem. Ne mutlu ki dünyanın da sonu hala gelmemiş. Havalar da kasım ayına yaraşır karamsar gri soğuğuna kavuşur yakında nasıl olsa !

5 Kasım 2008 Çarşamba

Çuvaldız

Ona buna sarıp saydırırken kendimi de araya eklemenin zamanı geldi sanırım. Son iki senedir iş hayatının günlük ritmi içinde kendini kaybedip komik laflar edenlerin söylemlerini zaman kaybetmeden not ediyorum. Yıl sonu geldiğinde de o yılın bomba laflarını tüm ofisle paylaşıyorum. Tabi bu ben hariç herkese haksızlık olduğu için kendi gaflarımdan birini önden itiraf edeceğim.

Yıl 2005, Berlin'de birçok DJ ve Chemical Brothers'ın sahne aldığı bir konserdeydik. Aynı zamanda şirketin de önemli bir ürününü lansmanı yapıldığı için yanımızda müzik dergilerinden editörlerle bu etkinlikte ben ve işten bir arkadaşım evsahipliği yapıyorduk. Misafirimiz olan editörler röportaj yapmak istedikleri DJ listesini bizimle paylaşmışlar biz de önden randevuları almıştık.

Her röportaj için onbeş dakika ayrılmıştı ve iki röportaj arası zaman kaybetmeden bir odadan diğerine yetişmek zaman açısından çok önemliydi. Ben ve yanımdaki gazeteci olan kişi ilk röportajdan sonra ikinci röportajı yapacağimiz odanın önüne tam vaktinde geldiğimizde o yüzden sevinmiştik bile. Ancak kapıda beklerken bir kadın yanında birkaç kişiyle gelip kapıyı açıp ve bizi görmezden gelerek " 21:15 buyrun sizin sıranız " diye onları içeri almaya kalktı. Ben tabi yanımdaki misafiri de düşünerek yükselen gururumla " 1 dakika " diye önlerini kestim hemen ve " 21:15 bizim röportaj sıramız, bizim girmemiz gerekiyor." diye atıldım.

Kadın içeri sokmaya çalıştığı adamları gösterip aynen şunu söyledi " İyi de röportaj yapacaklarınız işte bunlar zaten !"

Benden şuna yakın birşleyler çıktı " Eah, ee, öyle mi, peküü.."

Artık yanımdaki adamdan mı yoksa önce yollarını kesip sonra karşılarına geçerek güya röportaj yapacağım müzik grubundan mı utanmalıyım yoksa o anda zamanı dondurup oradan sıvışsam ve yok olsam mı bilemedim.

Gerçi zamanı durduramadım ama hakikaten röportajı yanımdaki editöre atıp kaçtım oradan..

:)