30 Nisan 2010 Cuma

Yenge mi arkadaş mı ?


İlişkiler, iki kişi arasında yaşanan özel bir durum gibi gözükse de aslında bir hayli sosyal paylaşım içerir. Bir, iki başbaşa buluşma sonrası illa ki kızın ve erkeğin en yakın arkadaşları da olaya dahil edilir. Sonra, yok birlikte pazar kahvaltıları, gece bar çıkmaları derken çift koca bir grubun parçası haline gelir.

Buraya kadar herşey normal. Tıpkı arkadaş grubunuzla yaptığınız herşeyi sevgilinizin arkadaş ortamına da dahil olarak yapmışsındır. Peki günün birinde o romantik ilişki sona erdikten sonra ne olur ?

Cumartesi gecesi hep birlikte bir fasılda sabaha kadar eğlendikten sonra ertesi gün ilişkiyi bitirseniz, erkek arkadaşınızı bundan sonra görmeyeceksinizdir. Peki ya arkadaşları ? Sevgilinizden ayrıldığınız anda nasıl o adam artık tamamen hayatınızdan çıkıyorsa arkadaşları da artık arkadaşınız olmuyor mudur ? Nedir bu karmaşık ilişkinin durumu ?

Bence burada ciddi bir insanlık sınavı verilmekte. Eğer erkek arkadaşınız sizi kolunuza takıp sık sık sizi kendi ortamına sokuyorsa, burada verilen mesaj " Bak bunlar benim arkadaşım olduğu için artık senin de dostların o yüzden senin de onlarla birlikte iyi vakit geçirmeni isterim." midir yoksa " Ben boş vakitlerimi hep arkadaşlarımla geçirdiğim için sen de sevgilim olarak bu görevde bana eşlik edeceksin" midir ?

İlişki sona erdiğinde sadece o kişi değil onun tüm çevresi midir ilişiğinizi kestiğiniz; yoksa o sonuçta bir romantik ilişkiydi ,ama diğer insanlarla bir arkadaşlık paylaştım ve bu insanların sevgilimin arkadaşı olması artık onları görmemem anlamına gelmez demek midir yaklaşımınız ?

Daha ilişkinin başında konumlandırmak gerekir kendinizi. Yenge misiniz yoksa arkadaş mı ?

17 Nisan 2010 Cumartesi

Bir dövüş sanatı olarak dövme

Bu ülkede, dövmeye ve dövmeli insanlara bakış açısı öyle diğer ülkelerde görübileceğiniz türden değil gerçekten. Artık dövmeyi insanın kendi bedenine yaptığı bir eziyet olarak mı görüyorlar yoksa damgalanmış manda gibi mi bakıyorlar o insanlara bilemiyorum fakat, ciddi bir kesim dövme fikrine antipati besliyor.

Bunun alt tarafı bir şekil olması ve üstelik de o kişinin kendi isteğiyle yapması kadar olağan birşeyi öcü gibi görmenin altında yatan neden muhtemelen önuyargıdan başka birşey değil.

Bir de dövmeli insanlara karşı merakla karışık tuhaf hisler besleyen anlamsız bir grup var. Özellikle erkek milleti, tanıştığı bir kızın kendi ağzından dövmesi olduğunu öğrendiğinde çoğunlukla bu erotik çağrışımlara kapılıyorlar. Sanki bir kadın, dövmeyi vücudunun ancak bikini ile kapanan bölgelerine yaptırır gibi bir aptalca bir inanç var bu adamlarda. Neden ? Çünkü hayatlarında hiç dövmesi olan bir karşı cins tanımadıkları için.

Belki erkeklere kıyasla kadınların daha ufak ve şirin şekilleri seçmesi; üstelik bunu erkekler gibi kol ya da baldırlar gibi açık görünen yerlere yaptırmamaları da bu gereksiz çağrışımı yapıyor olabilir.

Öte yandan ben de dövmeyi büyük ve dikkat çekici olduğu sürece sevmişimdir. O yüzden de daha çok erkeklere yakıştırırım. Dövme ne şekil olursa olsun günlük ve hatta spor kıyafetlerle uyum içindedir. Erkekler, resmi giyindiklerinde boyunlarına kadar kapandıklarından dövmeler yok olur. Ama kolsuz bir tişört ve bermuda ile dövme, insan vucudunda muhteşem bir desen gibi durur.

Kadınlarda ise durum tam tersi oluyor. Abiye ve dövme korkunç bir ikilidir mesela. Omuzdaki ufacık bir Twitty bile en şık abiyeyi öldürür. Hele gelinlik ! Tam bir katliamdır. O yüzden şık ve hanım hanımcık giyinmesini seven kadınların, dövme yaptırmadan önce hangi şekli seçeceklerinden önce doğru bölgeye yoğunlaşmaları daha doğru olacaktır.

Dövmeli insanların dövmeye yabancı kişilerin arasında geçirdiği vakit de sabır gerektiren bir durumdur. " Neden bu şekil ?" " Burada ne yazıyor?" " Neden koluna değil de ensene yaptırdın ?" " Ya bir gün sıkılırsam diye hiç düşünmedin mi o zaman ne yapacaksın ? " " Yaptırırken acıdı mı ? " Ya AIDS kapsaydın ? " gibi sonu gelmez soruları püskürtebileceğinize inanıyorsanız bu ülkedeki dövmelilerin arasına katılma vaktiniz gelmiştir.

Ama aslında dövmeye ait asıl bilinmesi gereken şey bunun ciddi bir bağımlılık yarattığıdır. Bunu dövme yaptırmayı düşünen ama sırf bu yüzden karasız kalan birinden duyduğumda en yakınımdaki dövmesi olan arkadaşıma sormuştum ( adını vermedim bak :) )Bana verdiği yanıt şu oldu " Sen ne diyorsun, ben başka yaptırmamak için zor tutuyorum kendimi !"

Ağzına kadar dövmeli insaları kastetmiyorum ama gerçekten de vücunda birden fazlası dövmesi olan ünlülere baktığınızda bunun önüne geçilemez bir tutku olduğunu anlıyorsunuz. Ve nerede durmasını gerektiğini bilemediğinizden de sonu pişmanlık oluyor.

Rock müzik mesela yaşam tarzı olarak değil de trend olarak kapıldığınız bir olgu ise dövme ileride hayatınızda kötü bir iz bırakacaktır. Sibel Tüzün ve Robbie Williams örneği benim için bu konuda tam bir gözlem süreci oluşturmuştur.

Dövme, bana kalırsa cesur bir adım değil ancak benimsendikten sonra girişilecek bir iştir. Kendi bedeninizle ilgili başkalarına hesap vermeniz kadar absürd bir savaşa gücünüz varsa ya da iradenize güveniyorsanız yaptırmayı düşünebilirsiniz. Kendinizle ilgili aldığınzı kararlarda son pişmanlıklar canınızı hep yaktıysa sakın derim. Zira dövme deride kalmasa bile ruhunuzda ömür boyu taşıyacağınız en acı izi bırakacaktır.

14 Nisan 2010 Çarşamba

Büyüksün Hayko


Hayko Cepkin'i ilk Number One TV'de gördüğümde Thom Yorke özentisi herifin teki demiştim. Müziği de daha Türkiye'de duyulmamış alternatif-elektro-rock karması birşey olduğu için farklılığıyla hemen göze çarpacak ve bana kalırsa da onun gibi imaj patlamasıyla çıkış yapan diğerleri gibi unutulup gidecekti.

Ama fena yanılmışım.

Hayko Cepkin aslında alışılagelmişin dışındaki duruşuna karşın, çıkışıyla değil, zaman içindeki emin adımlarla kalıcılığını ispatlamış oldu.

Daha sonra birkaç yerde rastladığım videoları, okuduğum röportajlarıyla, onu başta fazla önyargıyla harcamış olduğum için kendimden utandım. Yetmedi, bir de sempatizanı oldum.

Aslında hiç Türkçe sözlü müzikle aram yok. Hala kafamda Barış Mançolar, Yeni Türküler kalmış. Ama bazen işte bunalınca Youtube'u açıp Hayko Cepkin'i fon yaparak işe devam ediyorum. Çünkü, sözleri birbirinin aynı, türü ne olursa olsun Türkçe sözlü müziklerin arasında, insanda tokat etkisi yaratan sözleri, hem ciddi hem de samimi geliyor bana.

Geçen cuma bir topluluk içinde kendisiyle sohbet etme şansı yakaladığımda ise başta biraz tedirgin oldum. Uzaktan müziğiyle sevdiğim adam ya karşımıza geçip ukalaca hatta bizi hor gören laflarıyla tüm hislerimi tabana vurursa diye neredeyse endişelendim.

Hayko Cepkin geldi, geçti karşımıza kuruldu. Yaklaşık otuz kişi içinde herhalde onun müziğiyle haşır neşir en fazla beş kişi vardık. Buna rağmen rahat ve bir hayli ve samimi bir sohbet havası oluştu. Merak ettiğim sorulara verdiği yanıtlar beni tatmin etmesinden öte V
ay be adam resmen benim gibi düşünüyor diye kendimi Hayko Cepkin'le özdeşleştirmeye kadar götürdüm hayranlığımı.

Kendisini anlatırken, tıpkı duruşu gibi kendinden emin, rahat ama gene de karşısındakini rencide etmeden ifade etmesi zaten başlı başına karakterinin gücünü ortaya koyuyordu. İşin kolayına kaçıp
beni seven böyle sevsin, sevmeyen de gitsin gibi bir yaklaşımı yoktu hiç " Ben öfkeyle beslenen bir insanım, müziğimde öfkeden başka birşey yoktur. Şehir manzarasına bile bakarken öfkelenecek bir sürü şey görürüm. Ama çıkıp da Nefret ediyorum şehir senden diye şarkı yapmıyorum bu yüzden." cümlesi zaten bütün şarkılarının ve videolarının özeti gibiydi.

Mesela Melekler parçasının videosundaki evsiz adam onun bu bahsettiği öfkeyi net biçimde ortaya koyuyor. Bu insanlar varlar ve biz onları yok sayıp günlük koşturma içinde yanlarından geçip gitsek bile var olmaya devam edecekler. Bunu bir sanatçıdan daha iyi aktarabilecek kimse yoktur herhalde.

Hayko Cepkin, sadece müziğiyle kendini ifade etmeyi seven, onun dışındaki herşeyi ancak kendi keyfine göre şekillendiren ve bu yüzden de doğallığını hep koruyan bir sanatçı. O yüzden de kimsenin denemediği sahne gösterileri yaptığında yadırganmıyor ama ilgi çekmek için farklı yöntemler deniyor damgası da yemiyor.

Görünümdeki farklılığa rağmen önce müziğiyle insanları etkiliyor.

O yüzden bence, büyük adam Hayko.

13 Nisan 2010 Salı

Kime ne hediye almalı ?


Yakın akrabalık ilişkiniz yoksa, hediye alacağınız kişi kim olursa olsun, o güzel renkli paketi kendisine uzatırken iyi gözlem yapın.

Hediye paketine gösterdiği heyecan, içindekini gördükten sonra sönüyor mu ? Alınan nesne bir kıyafet ise başka rengi var mıydı diye sorguluyor mu ? Aksesuar ise, üstünde tutup denemek yerine paketin içine geri tıkıştırıp kenara koyuyor mu ? Ya da bariz bir şekilde değiştirme kartını sizden önce o bulmaya çalışıyor mu ?

Bu tür insanlar için hediye seçiminde kendinizi sıkmak yerine tavsiyem gidin en sevdiği mağazadan hediye çeki alın. Ya da açıkça sorun ne ister bu doğum gününde, yeni yılda ya da yıl dönümünde diye. Ne siz uğraş vermiş olursunuz, ne de o kadar emeğin sonunda karşınızdaki hayal kırıklığına uğramaz.

Bir de hediyeyi uzattığınızda, paketi açıp içindekini görünce ayrı bir sevinen insan türü vardır. Seçiminiz neyse, yanılmadığınızı size açıkça belli ederler. Kıyafetin rengini değil bedeni tutmazsa üzülürler. Kutunun içinde aradıkları kart değiştirme değil, ellerinizle yazdığınız tebrik kartıdır. Ve sizin kendinizi temize çıkarmak için ısrarla gösterdiğiniz değiştirme kartını da gözünüzün önünde yırtıp atarlar.

Böyleleri için çok masrafa girmeye gerek yoktur. Onları yakından takip edip hangi mağazanın hangi vitrinindeki kıyafete gözü takıldı, dergileri karıştırırken ne tür elektronik aletlere dalıp gidiyor diye dedektiflik yapmanız da gerekmez.

En sevdiği çiçek, en sevdiği yemek bir de siz, başlı başına en ideal hediyesinizdir zaten.

Sonrasında, bu değerli hediyesinin yani sizin, sahibinizi mutlu etmekten başka bir görevi yoktur artık.

10 Nisan 2010 Cumartesi

Korkunç bir film türü olarak romantik komedi


" Kafamı boşaltmak biraz da gülmek için izliyorum ben bu filmleri " der romantik komedi kitlesi. Biraz aşk, iki çekici insan, güzel manzaralar ve rüya gibi bir hikaye etrafında örülmüş hoş dokunuşlarla kesinlikle akılda kalıcı bir müzikle dolu gibidir romantik komediler. Ama aslında alakası bile yoktur. Boş ve yalandır tüm hikaye ve izleyicileri de aptal hayallere sokmanın ötesine götürmez.

Romantik komedi türü filmler benim için öylesine sıkıcıdır ki bu filmleri izlerken hep bir sonraki sahneyi tahmin ederek geçiririm vaktimi. Sürekli bir şenlikle başlayan aşk sonrasında yanlış anlamalar ya da beyaz yalanlar yüzünden gurura yenik düşen ayrılıklar, bir türlü sonu gelmez yanlış anlamalar yüreğimi daraltır. Hep ama hep aynı mutlu sona sahip olması ise her defasında aynı tuzağa düşmüşüm gibi kendimi aptal gibi hissettirir. Kısaca romantik komediler benim için bir nevi azaptır.

Hani en uzun süre sinemada film izleme rekoru denemeleri yapılır ya. Yarışmacıları , neredeyse tüm duvarlarında film oynanan bir salonda en az iki gün boyunca aralıksız film izleyecekleri bir salona tıkarlar. İşte öyle bir yarışmada yemin ediyorum ilk film bir romantik komedi olsun, daha onuncu dakikada çıkarın beni buradan ! diye delirip salondan fırlayarak rekoru esas ben kırarım !

Güzel kadın, fit ve yakışıklı erkek tüm kadro zayıf ve çekici ya Manhattan ya San Francisco, kocaman güzel evler, süper arabalar ve hiçkimseyi şaşırtmayan rastlantısal karşılaşmalar. Bir de kalkıp korku filmleri kötüdür insanda etki bırakıyor diyorlar. Yahu romantik komedilerin insan psikolojisinde yarattığı boş umutlara dayalı hayallerin yıkıcılığının yanında Freddy Krueger"un şişten elleri ancak akupunktur kadar zarar verir.

Korku filmleri en azından bir insan yaratıcılığı ve sivri zeka ürünüdür. Romantik komediler ise aynı taslak üzerine oturtulmuş sadece görselliği değiştirilmiş birbirinin kopyasi serilerdir. Korku filmi siz onu izlerken tüm duyularınızı uyarır, romantik komedi ise ancak beyninizi uyuşturur.

Ve sizi en mutlu eden bir romantik komedi filmini düşünün. O filmin gerçekleşme ihtimali en absürd korku filmindeki bir sahneyi yaşama ihtimalinizden çok daha düşüktür.

Kafanızı boşaltmak için izleyeceğim diye ısrar ediyorsanız en azından bu filmler sizi kandırmadan siz onlarla eğlenerek yaklaşın filmlere, zaten görün o zaman daha çok gülecek ve stresmiş dertmiş herşeyi üzerinizden atacaksınız.

Ama gene de benden tavsiye, akıl sağlığınız için uzak durun bu filmlerden..

5 Nisan 2010 Pazartesi

Acımadan harcadık seni 2 yıl




"2 sene önce tam da bu zamanlarda Uyumsuz'un blogu ile tanıştım. O da ben de bu alemde yeniydik. Acımayan harcayan yazılarından ve ifade dilinden uzunnnn bir süre harbi bir abimiz olduğunu zannettim. Kendisi de sağolsun zahmet edip hayır efendim ben kadınım demedi. Blog yazılarını okudukça daha çok sevdim kendisini, kedi sevdiğini öğrenince daha da sevdim. Bir de geçen sene illederomanı kurup kendisi ile tanıştıktan sonra gönül defterimin en müstesna sahifelerinden birisine geldi kuruldu. Dobradır, sözünü sakınmaz ama hemen her dediği de doğrudur. İyi ki doğdun kedikuyruğu:))))) Blog yazısı istediğin için nev-i şahsına münhasır kişiliğinden ayrıca bahsetmiyorum..O başka bir yazı konusu güzel gözlü kız."

-----------------------------------------------------------------------------------------------



"tembel bir blogger'ım - seyrek yazıp daha da seyrek okuyabiliyorum ne olup ne bittiğini... ama blog dehlizlerinde geçirdiğim mesaimin yarısından fazlasını düzenli olarak takip edebildiğim bloglara ayırıyor, bunun da 1/4'ünü mutlaka - şahsi kanaatimce - en bir sivri dilli gördüğüm bu sayfada geçiriyorum. merakla başladı her şey, şimdi ise bulayım bir iğne deliği de oradan ben de çemkireyim azıcık diye satır satır okuyorum.ya ne diyeyim ki sana? bayılıyorum! özeniyorum işte yav bal gibi! yaz sürekli, güldür ve korkut (!) beni he mi? çekinelim biz senin diline düşmekten tüm blog alemi olarak. çemkirelim sağa sola böyle hep aynı köşeden!her şeyi bildiğini iddia etmeden her şey hakkında sözlerini sıraladığın, acımadan harcayacağın nice blog-yılların olsun be uyumsuz kişisi!! :) internet durdukça ben de takibindeyim! yani korkmuyorum senden - senden korkan senin gibi olsun he mi? :))"

------------------------------------------------------------------------------------------------



"uyumsuz'un blogunun doğum günü ama ben onu 'uyumsuz' kod adlı
kılıçbalığı olmadığı zamanlarda, pelin haliyle tanıdım. iş icabıtanıştık. daha doğrusu benim çalıştığım şirket, onun çalıştığı şirketehizmet veriyordu. bilin bakalım o hizmet ekibinde kim vardı? bravo,bildiniz. iş ortamında insanı tanımak zor oluyor biraz. hepimiz az yada çok maskelenip çıkıyoruz arenaya. o yüzden şimdi, yani ben iştenayrıldıktan sonra hâlâ pelin'le görüşüyor olmamız bana daha güzelgeliyor ne yalan söyleyeyim. bu hatunla bir iş seyahati maceramız bilevar. efenim, sanırım yıl 2007 (öyle miydi yav?). bu hanfendüyle,turistik gezi için aklınıza gelmemesi muhtemel bir ülkeye gideceğiztoplantıya. ben ilk defa yurtdışına çıkıyorum. üstelik o ülkeyi görmekiçin de pek hevesliyim. havaalanına geldik. uçağa binmeye 2 saat filanvar sanırım. pasaport kontrolünden geçtik. bekleyeceğiz mecburen. bentam oturacak bir yer bakınırken, bu hatun 'benim işim var, takıl sen,görüşürüz,' dedi, gitti. bakakaldım önce. hemen arkasından içimden,'aha, papazı bulduk, bu yol bitmez artık,' diye geçirdim. bunu pelinde şimdi öğreniyor:) ama öyle olmadı. papazı filan ne gördük nebulduk. aslına bakarsanız, tam da istediğim gibi, çok vıdı vıdıyapmadan, hafif hoşbeşlerle, kimse kimseyi sıkmadan güzelce gittikgeldik. sonra ben işten ayrıldım. ayrılırken haberleşmek üzereanlaştık. ve sözümüzü tuttuk. bir blog açtım. hemen geldi ziyarete.onu kapattım, yenisini açtım, yine buluştuk. benim bu gelgitlerimarasında 'acımam harcarım' doğdu. ve bende olmayan istikrarı gösterdi.hâlâ aynı blogla devam ediyor uyumsuz kişisi. statükocu, nolcek :-Pbence en önemlisi şu: uyumsuz, bu blog yazarlığı işini ne birsaplantıya dönüştürdü ne de ihmal etti. hepimizin yapabildiği bir şeydeğil bu. her gün yazmadı. ama çooooook uzuuuuun aralar da vermedi.beğenilme kaygısı gütmedi (ya da bize öyle yutturdu, bilmiyorum:))canının istediği gibi yazdı. ve neler neler yazdı. yani gerçekten dekenya'nın başkenti, tembelin fırçası, vıdı vıdı vıdı.şimdi bakıyorum, ruhumun kızkardeşi, çatalkaram windy'yle ve beni birkez olsun göremediği için varlığımdan şüphe duymaya başlayıpkutsallaştırarak adıma mum yakmayı planlayan bir başka süper şahsiyetpisikopati'yle her ay buluşuyorlar. arada kaçamaklar da yapıyorlargizli gizli. çok mutlu oluyorum yahu.özetle, ben bu blogu okuyorum kardeşim. her yazıyı aynı keyifleokumuyorum. çünkü bazıları bana hitap etmiyor. çünkü ben benim, o dao. hah işte, olay bu. o da o! çok fazla yorum da yazmıyorum. zaten heryoruma da cevap yazmıyor (gıcık). uyuzlanacak bir tek bunu bulabildimpelincim. hadi bakalım, klavyene kuvvet:) öperim."

-------------------------------------------------------------------------------------------------



"Bu aralar deliler gibi sardığım Tomris Uyar kitaplarının ilki, Bir Uyumsuzun Notlarıydı.Hayatı sorgulayan, karşı çıkan, ama özünde hep sevgi duran tarzı ile beni kendine hayran bırakan bu yazarın kitabının adı aynı zamanda friendfeed sayesinde tanıdığım bir başka Uyumsuz'u çağrıştırdı bana.Hatta kitapla ilgili bir şeyler yazarken aklıma yine benim Uyumsuz gelmişti.Pelin'i, yazılarından, bir kaç friendfeed şakalaşmasından tanımakla beraber, biliyorum ki en yakınımdakilerle ortak değerlere sahip birisi.Saygı, durmaksızın sorgulama ve düşünme, eğlence, hayatı olduğu gibi kabul etmeyip, iyileştirme arzusu...Belki yanılıyorumdur ama nedense yanılmadığımı seziyorum.Yazılarını okurken, "ya evet ya, aha yalansa yalan de, evet ya, ama neden?" gibi sesler çıkıyor kafamın içinden. Bunun ötesinde bir şey demeye bence hiç gerek yok. Kafasının içini görüyorum ve gördüğüm şeyi de çok seviyorum.Sadece bir yazısında bunu yaşayamadım: Sigara ile ilgili olan. Neyse bırakmaya çalışıyorum zaten, üzerime gelmeyin!Bak kala kala, en çok bu yazı kaldı aklımda iyi mi?Kafanın içi ne kadar güzel olursa olsun, kendini ifade edebilmek de bir yetenektir.Kafasını kağıda, ekrana, samimi, içten ve çok doğal aktarması da yazıyı okumanın tuzu, biberi, hatta çok sevdiğim pul biberi oluyor.Uyumsuzum, sen yazdıkça ben okumaya devam ediyorum!Daha uzuun senelere...

------------------------------------------------------------------------------------------------



"blogspota taşınmam pekçok yönden hayırlara vesile olmuş bi olaydır. öncelikle blogcu denen ömür törpüsünden kurtuldum ki sadece bu bile her sene havai fişek çatlatarak kutlanması gereken bi nevi bayram benim için. bu satırları çiziktirme sebebim olan uyumsuz hanım ise blogspotun sayısız nimetlerinden biridir. kendisini yaklaşık 1 sene önce, muhtemelen evi terk ettiğim ve koca zararlısını hayatımdan çıkardığım dönemlerde keşfettim. sanırım 2 gün falan sürdü tüm arşivini okuyup onu takibe almam. hani bunca zamandır okuyorum, alıştım mı, hayır! her yeni yazısıyla beni hayretlere gark eden bu deli kadını seviyor muyum, çooook :)
uyumsuz pamuk şeker gibidir, ama daha ziyade çomak kısmı. hani bi keyifle yemeye başlarsın, pembeyse her yerin bulaşık bulaşık olur ama mutlusundur. tam bi lezzet taarruzu daha için hareketlenirsin ki, elinde boş kalan çubuğa takılır gözün. işte uyumsuz önce bi güzel anlatır anlatır, heyecanlandırır... sonra kalan çomağı okuyanın gözüne hiç acımadan haaaart diye sokuverir. sen burada yazdıklarımdan daha iyi değilsin, aynı bokun belki lacivertisin demekten çekinmez. boyu küçüle küçüle 1.50'ye düşmüş, yakın gözlüklerinin üstünden bakıp çemkiren nineler gibi köşesinden verir veriştirir. onu takip ediyorsan canının yanmasına katlanacaksın arkadaş, beleşe zevk sefa lale devrinde kaldı.
biliyorum ki bigün başımı belaya sokacak. çoğu yazısıyla gazlanan bu baykuş, allah allah nidalarıyla meclise ya da bi futbol stadındaki holiganlar topluluğuna saldırıp kafayı gözü yardıracak, belki 62. dalga çerçevesinde paşalara koğuş arkadaşı olacak. gel gör ki bırakamıyorum, hatta biraz sessiz kalsa merak ediyorum neden yazmadığını. çok şükür verilmiş sözü var, tutuklanırsam avukat masrafımı karşılayacakmış. gerçi domuz gribi memleketimizi kasıp kavururken geliştirdiğimiz rüstem'in eşek kızları projesi ve donkeygirl malikanesi hayallerimiz bizi metris'e attırmadıysa daha da bi şey olmaz ama yine de kendimi çok güvende hissetmiyorum. yok yok, ben yandım siz kaçın. hiç bulaşmayın bu uyumsuz illetine, alışmayın. eviniz barkınız var, çoluk çocuk aç bilaç ekmek bekler. de hadi gidin yolunuza, daha ne okuyorsunuz be!"

-----------------------------------------------------------------------------------------------

Attila"

(Ben bu zombiler yiyesiceden bıktım o benden bıkmadı. Mimlemeleri yetmemiş gibi bir de bloğu için methiye düzmemi istedi. İşi gücü bıraktım hatunun sipariş yazılarını yazıyorum. Sonra neden kendi bloğumu ihmal ediyormuşum. Zaman mı bırakıyorsun? Neyse başlayalım bakalım.)Hey gidi hey. Zombiler yiyesicenin bloğu kedikuyrugu.blogspot.com iki yaşında oluyormuş. Üstelik bu yeni yaşına da sitesinin yeni tasarımı ile giriyor. (Ne tasarım ya bloğun adı acımam harcarım ama renkler pembeler, maviler... aşk çocuğu veya dünyayı seven kadın olsa ne renkler yapacaktı merak ettim. Komşusunun bulaşık suyunu pembeli zemin üzerinde anlatınca komşu daha mı acımadan harcanıyor sanki? Hoş bloğun adını daha önce de eleştirmiştim. Acımam harcarım diye yazılan bir bloğun bu kadar acımalı ve kibar olmasından dolayı! Neyse kapatayım bu parantezi.)Acımam! Harcarım!'ın en sevdiğim tarafı pek çok konuda dikkat çekici olduğu kadar bilgilendirici de olması. Müzik başta olmak üzere pek çok konuda genel kültürümüze katkıda bulunması bence bu bloğu diğerlerinden ayıran bir özellik. (Tamam öyle de bu arada bu kadın da herşeyi bilen kadın mı ne? Bruce Springsteen'in şarkılarının gizli anlamlarından tut da, Galapagos kaplumbağalarının cinsel hayatlarına kadar her konuyu yazabilir mi yahu bir insan? Yazar... Yazdı... Yazıyor... Yazacak... Yazsın...)Ben espri yaparım. Pek çok insan yapar. Espri yetenek midir? Eh. Ama asıl yetenek bence nedir biliyor musunuz? Iyi bir karikatüristi, iyi bir karikatürist yapan nedir? Senelerce hergün, her istediğinde iyi bir karikatür üretebilmek. İşte o yetenektir. Herkes blog yazabilir. Ama iki sene boyunca üretebilmek, yazabilmek ve bunu pek çok kişiye beğendirmek işte bu yetenektir. (Hatta bir yazısı bir gazeteye mi, internet sitesine mi ne bile çıktı. Hatırlıyorum, duyurmak, böbürlenmek için herkese mail atmıştı. Benim Yünanistan'daki arkadaşım bile "Türkiye'den boyle bir spam geldi ne diyor bu?" diye sormuştu.)Acımam! Harcarım!'ın bir başka özelliği ise blogları ve blogcuları kaynaştıran bir ortak nokta olması. Normal şartlar altında benim yazdıklarımı farketmeyecek bir yığın insan beni onun takip etmesi sayesinde buldu ve okudu. Aynı şekilde ben de pek çok insanın yazılarını onun sayesinde takip etmeye başladım. Çok da iyi oldu. (Bunlardan bir kısmı hatta hızlarını alamadılar bir araya da gelmeye başladılar. Herşeyibilenkadın feat. Kedisevenhatunlar live @ Cafe Crown! :))) Bir de onun bu sosyalliği yüzünden başıma gelmeyen kalmadı. Ne yapsam bir dedikodu, bir aşk hikayesi, bir sansasyon... Yazdığı bir yazıyı eleştireyim dememe kalmadı bir yığın takipçisinin gözünde Tuna Kiremitçi oldum. Blog dünyası celebritileriyle muhabbetin kendince zorluğu. Yine olmadı! Bu parantezi de kapat!)Kısacası eline sağlık Uyumsuz. Daha nice senelere Acımam! Harcarım!