31 Ocak 2011 Pazartesi

Göze batma meselesi

Arapların fitili ateşlenmiş dinamit gibi sırayla patlaması şunu gösteriyor ki göze batmanın sonu iyi değil !

Özellikle sosyo-ekonomik düzeyi yerlerde gezen halkları otuz yıl boyunca yönetirken etrafına kilolarca altından ve gittikçe zenginleşen akrabalardan çevrili bir duvar ördüğünde insanların yavaş yavaş kötü gözle baktığını da göremezsin.


Aslında farklı olmak, ilgi çekmek, dolayısıyla da birilerine mesaj verebilmenin ilk yolu kesinlikle. Ama bunu nasıl yapabildiğiniz önemli.


Bırakın Tunus'ı, Mısır'ı Türkiye'de Ferrari sahibi olduğunuzu farz edelim. Etiler'de, Nişantaşı'nda ya da Suadiye'de arabanızla basıp geçtiğiniz caddelerde tüm bakışlar yolu boyu sizi gıptayla takip edecektir. Bu insanın gururunu okşayan kesinlikle hoş bir duygu olsa gerek.


Bir de yirmiüç yaşında bir genç kızın kazınmış saçlarla aynı anda o caddelerde yürüdüğünü düşünün. Muhtemelen tıpkı Ferrari gibi o kel kafa tüm bakışları üzerine çekecektir. Ama bu sefer imrenme çok olmayacaktır. Belki kızın saçma bir isyankar olduğunu düşüneceklerdir, bazısı hayatında ilk kez saçsız bir kız gördüğü için tamamen anatomik bir merakla inceleyektir, bazısı da tamamen hor görerek çirkin şey diye kestirip atacaktır. Tabi tek tük de olsa acaba bana da yakışır mı ? Denemeli mi gibisinden trendsel bir merakla bakanlar da çıkabilir.


Şimdi sizin Ferrari arabayı ve kel kızımızı Ümraniye taraflarına doğru kaydıralım. Öyle ara sokaklara, kenar mahallelere de gerek yok, gayet de çarşının olduğu ana caddeye çıksın ikisi de.


Her ikisinde bakışlar yine kilitlenecek tabi. Ama Ferrari'ye olan gıpta artık biraz farklı olacaktır. Hayatında toplu taşıma dışında hiçbir araca binmemiş insanlara hayatın adaletsizliğini birebir yaşatmış olacak o araba. Hele ki kirasını ödediği yetmişmetre kare evin değerinin on katı pahada bir arabayla onun hayatına girmek ciddi bir tokat etkisi yaratacaktır.


Aralarındaki bu dağ gibi uçurumdan dolayı bu zenginliği hor görenler, şımarıkça ve hatta ahlaksızca bulanlar çıkacaktır.


Peki kel kız caddelerde göründüğünde ne olacak dersiniz ? O Ferrari kadar ilgi çekse de Ferrari kadar tehlikeli duyguları uyandırır mı acaba ?

Dengenin nerede kurulduğu, ilgi çekmenin nerede rahatsız ettiği tamamen çevrenizle alakalı bir durum.
Keşke herkes araba sahibi olabilecek durumda olsa ama sadece çok azımızda Ferrari olsa da salt gıpta ile sahibine özensek.

Ve rahatsızlığı keşke sadece kafası kel kızlar yanımızdan geçtiğinde hissetsek.


Ben bugünkü Kuzey Afrika haritasına bakınca sadece bunu düşünüyorum artık.

24 Ocak 2011 Pazartesi

Bowie

Space Oddity - 1969
This is ground control to major Tom, you've really made the grade
And the papers want to know whose shirts you wear
Now it's time to leave the capsule if you dare

Starman - 1972
There's a starman waiting in the sky
He'd like to come and meet us
But he thinks he'd blow our minds

Life On Mars ? - 1973
Sailors fighting in the dance hall
Oh man! Look at those cavemen go
It's the freakiest show
Take a look at the Lawman
Beating up the wrong guy
Oh man! Wonder if he'll ever know
He's in the best selling show
Is there life on Mars?

Ashes to Ashes - 1980
Do you remember a guy that's been
In such an early song
I've heard a rumour from Ground Control
Oh no, don't say it's true
-----
Ashes to ashes, funk to funky
We know Major Tom's a junkie
Strung out in heaven's high
Hitting an all-time low

19 Ocak 2011 Çarşamba

Yine bir seçim yaklaşıyor

Ve ben herşeye laf yetiştirmekten sorumlu bir vatandaş olarak bu seçimlerde adaylığını koyacaklara önemli bir öneride bulunmayı görev saydım kendime.

Hayır, bunun nedeni partiler arası " Bu pazar bu meydanda ben miting yapacaktım, burası benimdir, önce ben geldim." kavgalarını önlemek; boy boy bıyıklı adam billboardlarından kurtulmak ya da patates-soğancılar gibi hoparlörle etrafta gezinen seçim otobüslerini susturmak değil elbette.

Benimki sadece "ileri demokrasi şölenini" yaşayan bu ülkeye yaraşır bir yaklaşım. Üstelik de ucuz ve pratik.

Türk insanının günde 4,5 - 5 saat arası ortalama televizyon izleme oranıyla dünyada ABD'den sonra ikinci geliyor olması düşündürücü bir gerçek olabilir ama bunu faydaya dönüştürmek de işte bizim elimizde. Ama öyle öğreten adam gibi arkada parti logosu, oturduğu yerden sıkıcı demeçler vermekten bahsetmiyorum. Biraz Fight Club yöntemini araklamak lazım diyorum.

Özellikle akşamları herkes dikkat kesilmiş, nerde yasak aşk, nerde aile içi şiddet, nerde fantastik derin devlet dizisi varsa yutar gibi izliyor. O halde bu dizi keyiflerini, üstelik de reklam arası vermeden, hem de en can alıcı sahneleri seçerek, alttan mesaj iletmek için kullanabilirsiniz. Diyorum ya Fight Club'taki gibi..

Bir yatak sahnesi mi var, hemen binde bir saniyede görünüp kaybolacak kısa propagandalar sıkıştırılabilir buraya. İzleyici sahnenin heyecanına kapılmışken politikacı da işte onlar bunu yaptı biz daha iyisini yapacağız ya da onlar hep aynı lafı ediyor biz daha da coşacağız gibisinden bilinç altı mesajları verebilir.

Her gece milyonlarca insana aynı anda aynı mesajı iletebilir, üstelik de bilinç altlarına ulaştığınız için gece boyu rüyalarında sizin mitinglerinize katılmışcasına sizi orada hissetmelerini sağlayabilirsiniz.

Uygulaması kolay, bütçesi uygun, verimi yüksek bir kampanya olacaktır.

Şimdiden tüm adaylara başarılar dilerim, becerebilen kazansın !

13 Ocak 2011 Perşembe

Demek dikkat kadın şoför, öyle mi ?

Erkeklerin oturduğu yerden göbekten atma ve kolaya kaçma huylarına hastayım. Özellikle de söz konusu karşı cins olunca atıp tutmalar ciddi suçlamalara kadar gidebiliyor.

Yok ömrüm kadınları beklemekle geçti

Yok kadınlar alışverişte kendilerini kaybediyorlar.

Yok efendim kadın şoför gördün mü kaç !

İlk ikisi zaten tamamen cinsiyetler ötesi bir genelleme olduğu için bence kendi kendini çürüten tezler. Sonuncu çıkarım doğru olmakla birlikte bunun da kolaya kaçan erkek milletinin bir eseri olduğu gerçeğini onların gözüne sokmak gerek diyorum.

Erkekler zaten daha çocukluktan itibaren otomobillere karşı ilgililer. Hayatımda en geç onsekiz yaşında araba kullanmayı öğrenmiş bir erkek tanımadım ben. Genelde hepsi daha onaltı yaşında şehirler arası yol tepecek kadar ustalaşmış oluyorlar.

Biz kadın milletinin otomobillere bakış açısı ise ikiye ayrılıyor. Görüntü olarak göze hoş gelen arabalara sahip olma isteği ya da otomobil eşittir konfor. Bir diğer değişle bazılarımız arabaları imaj bazılarımız ise bir yerden bir yere gitmenin en rahat yolu olarak görüyor.

Bu yüzden de onüç yaşında ailesinden gizli araba kaçırmak, onaltısında arkadaşlarını arabaya toplayıp Abant'a gitmek gibi dürtülerle yetişmiyor kadınlar.

Ehliyet zamanı geldiğinde ise kadınlara araba kullanmayı öğreten işte bu küçük yaşlardan deneyimli erkekler oluyor.

Tabi iş sadece öğretmek de değil.

Araba kullanmak tamamen bir deneyim sürecidir. Mesela yavaşlamak için fren yapmak yerine gazdan ayağını çekmek, araç sollarken vitesi küçültüp hızı arttırmak, ara sokaklarda ilerlerken sağa ya da sola dönüşlerde geniş açıdan dönüş yapmak gibi tonla ayrıntı vardır. Sadece paralel park bile ciddi bir tecrübe işidir. Sık araç kullananlar kendi kendilerince bu formülleri kurarlar ama biz kadın milleti gibi her fırsatta arabaya atlamayan cinslere bu ayrıntıların gösterilmesi gerekir.

Kim tarafından peki ? Tabi ki erkekler.

Ellerindeki bu kozu ve gücü bilmelerine karşın kadından şoför olmaz diye atıp tutmaya devam etmek bence kendini de aciz görmekle ilgili.

Ayrıca şunu da hatırlatırım ki..

İçkili olduğunuz gecelerde, çocuklarınız kurstan çıktığında, bir gece apandist sancısıyla uyanıp acil hastaneye yetiştirilmeniz gerektiğinde şoför koltuğunda siz istemeseniz de hep kadınlar olacak.

11 Ocak 2011 Salı

Karizma deyince

Eskiden Türkçe'de çekici diye bir sözcük vardı. Yerini seksi aldı.

Ben şahsen karşı cinsi yakışıklı, çekici ve karizmatik diye sıralandırdığımda seksi yaklaşımını en sona almışımdır. Seksiler salak olabilir mesela, anlık bile olabilirler. Sabah yeni kalkmış bir seksi akşam onunla tanıştığınızdaki kadar etkili midir acaba ?

Oysa listenin tepesinde gelen karizma hali cinsellik üzerinde bir güce sahip olmakla ilgilidir. Hangi meslekten olmanızla, yaşınızla, giyim tarzınızla pek alakası yoktur, bu özellikler ancak tamamlayıcı olabilir.

Ortama girdiğinizde belki tüm bakışlar üzerinize toplanmaz ama konuşmaya başladığınızda insanlar hipnoza girmiş gibi susabilirler. Ya da bir toplantı boyunca sustuktan sonra tek bir cümleyle herkesin onayını alabilirler.

Karizmatik biriyle gözgöze gelen insanın o etkiden çıkabilmesi için çaba yeterlidir ama bir daha o kişiyi unutabilmesi mümkün değildir.

Steve McQueen örneğin.. Fotoğrafa baktığınızda sadece yakışıklı bir yüzden fazlasını görmek bile mümkün. Hele her hangi bir filmini oturup yoğunlaşarak izlediğinizdeki etkiyi düşünün. Kırk yıl önceki bir filmdeki bir adamın yalnızca bakışlarıyla hala nasıl yıkıcı bir güce sahip olabileceğine şaşırabilirsiniz.


Karizmanın tiple alakası olmadığının en sağlam kanıtı bana göre 90'lı yılların futbol hakemi Pierluigi Collina'dır. Bırakın yakışıklı olmayı, kimsede her hangi bir dürtü uyandırmayacak hatta iticiliğe yakın bir fiziğe sahiptir kendisi.

Unutulmaz hakemlerden biri olarak görülmesi sadece çok iyi bir hakem oluşuyla ilgili değil aynı zamanda aldığı kararlarda en az itiraz gören hakem olmasıyla ilgili. Zira sahada saçtığı o korkuyla karışık karizmatik duruşu en akılsız futbolcunun bile itirazını uzatmaması gerektiğini hemen o anda kavramasını sağlamıştır. Öyle ki Collina düdük çaldı mı herkes susar ve kararı uygular.


Hem çekicilik hem çekimserlik etkisinin karma gücünü görebileceğiniz tek isim ise Yul Brynner'dır. Belki herkes yakışıklı bulmaz ama kimsenin onun çekici bir erkek olduğunu inkar edeceğini sanmıyorum. Öte yandan, filmlerini izlerken tıpkı McQueen gibi bakışları sizi delip geçer. Ama Yul Brynner'ınkiler ciddi biçimde korkutucudur da. Öyle ki gerçek hayatta karşılaşma ihtimalinizin olmadığı için kendinizi şanslı bile hissedersiniz.

Bu iyi bir oyuncu olmanın çok ötesinde birşeydir.

Ve tamamen doğuştan gelir..

5 Ocak 2011 Çarşamba

Fırından çıkmış taze isyanlar

- Dünya Hristiyanları Noel'in sadece kendi bayramları olduğunu öğrensinler artık ! Bir aydır noelim kutlana kutlana erdim resmen. Hadi kutluyorsunuz madem o zaman tatilini de verin ülen ! Hem noelde işe geliyoruz hem de mutlu noeller ?

- Bilmediği konuda inat edenler, enerjinizin ufak bir kısmını karşınızdakinin ayrıntılı açıklamalarını dinlemeye de kullanın bir zahmet. " Ben öyle biliyorum ama.." diye sıyrılmaya çalışmak yok sonra !

- " Koymak", " Sokmak", " Şey", " Takmak" sözcüklerini duyar duymaz ortaokul çağına dönen zevzekler artık yok olsun yahu. Yaş 35 yolun yarısı demiş şair ama gel gör ki yaşıtların aynı zeka seviyesine sahip değil be usta !

3 Ocak 2011 Pazartesi

Türk insanını hafife almayın

Geçenlerde bir özel poliklinikteyken şöyle bir olaya tanık oldum:
Polikliniğin bilgisayar sistemleri yavaşladığı için gelen giden hastaların ödemelerinin alınması gecikmeye başlamıştı. Öyle ki benden önce doktora girip çıkan hasta ben kasaya geldiğimde hala bekliyordu.


Görevli kadın bana önce ilk hastanın sonra benim ödememim alınacağını özür dileyerek söyledi. Bunu yaparken bir kulağında telefon önünde bilgisayar açık, bir yandan bana bu açıklamayı yapıyor bir yandan karşısında bekleyen kadının bilgisayardan işlemlerine ulaşmaya çalışıyordu. Önüne de benim sigorta kartımı koymuş, telefonla da benim sigorta şirketime ulaşma çabasındaydı.

Diğer hasta görevliye dönüp " Biliyor musunuz, sizin bu yaptığınızı başka hiçbir ülkede beceremezler. Aynı anda iki kişiye yetişmek, birden fazla işi yapabilmek yok başka yerlerde." dedi.

Düşündüm de, hakikaten kriz durumlarında acil çözüm yaratmak, uyuşukluktan çıkıp multi fonksyonel becerilere bürünebilmek Türk insanına özgü bir hareket gerçekten de. Ama tabi işin ucunda bir ceza olmalı mutlaka.

Yani orası da özel değil de bir sağlık ocağı olsaydı eminim o görevli de bize Avrupa Standartlarında ( ! ) bir hizmet anlayışı sunardı.

Neden ? Çünkü başında niçin bu kadar insan hala bekliyor, bu hastalar neden mağdur kaldı diye hesap soracak bir sistem yok.

Ama özel sektör olunca acımasız kapitalizm çarkları işte Türk insanının potansiyelini ortaya dökmesini çok güzel sağlıyor.

Zaten bana kalırsa bu ülkenin en çözülememiş genel hali bu. Potansiyeli yüksek, enerjisi düşük milyonlarca insandan oluşan bir toplumuz. Ama aramızdaki sivri zekalar dünyada eşine az rastlanır örnekler oluşturmakta.

80'lerde Sakallı Bebek efsanesini, 90'larda 92 üretimi bozuk paralarda altın var söylentisini çıkarıp koca bir ulusu inandıran aramızdan birileri.

Yasaklara uymak yerine önce sebebini sorgulayıp eğer aklına yatmazsa o yasaktan yırtmak için bir yolunu bulan zeka yine bu ülkenin ürünü.

Gelişmiş ülkelerde oturmuş düzen ve insan ayırmayan ceza sistemi sayesinde ideal insan davranışı oluşturulabilmiş. Ne şanslıyız ki bizim ülkedeki her an değişen, insandan insana anlam farkı olan sistem sayesinde sürekli aklımızı kullanmak, zihnimizi açık tutmak ve bu sayede daima çalışan bir kafaya sahip olmak durumunda bırakılıyoruz.

Tembeliz, işimize gelmedi mi ortamdan tüyeriz ama söz konusu zeka olunca Türk insanıyla yarışacak insan çıkmayacaktır bu gezegenden.