26 Nisan 2011 Salı

Sanat elden gidiyor

Türk insanının sanatla olan sınavı 1994 yerel seçimleri sonrası Melih Gökçek'in Ankara'daki bazı heykellerle ilgili tükürük içeren fikrini beyan etmesiyle başladı. Aynı dönem, İzmir'den belediye başkanı seçilen Burhan Özfatura da Yaşar Kemal'in sanatını sorgulamış ve iki üç kıytırık roman yazdı diye bilip bilmediği konularda konuşmaması gerektiğini söylemişti.

O zamandan bu zamana yetişen yeni nesli düşünüyorum da sanırım sanatı devletin, aşırı şüpheyle yaklaştığı, hatta engellediği bir tür muhalif çıkış aracı olarak tanımlıyorlardır. Sanatın içinde elbette eleştiri var ama salt bir tehdit ve tenkit olarak görmek de ilginç tabi.

Bugün ülkenin sanata ve sanatçıya bakış açısı bir tiyatrocu oyunda başbakanın kızına el göz işareti yaptı diye devlet tiyatrolarına olan ödeneğin kısıtlanması, açılış kokteyline bile tahammül edemeyen mahallelinin bir resim sergisi açılışında insanlara saldırmasını haklı göstermek ve ülkenin en iyi heykeltraşlarından birinin olan eseri tek kalemde ucube olarak niteleyip yıkma girişimiyle gittikçe daha bir karamsar hal almaya başladı.

Sanatı anlamamak kimsenin suçu değil elbette. Fakat anlayamadığın ya da bunun için çaba dahi göstermediğin esere ya da eyleme savaş açmak çok ilkel bir tepki bence.

2002 seçimleri öncesi belli bir kesimin artık ağzından düşmeyen " Din elden gidiyor !" çığırtkanlığının yerini artık görüyoruz ki " Sanat elden gidiyor" söylemi almış. Tabi ki hiçbir zaman din elden gitmedi ve elbette bu abuk bakış açısı yüzünden yetkilerini bir kültürün ana damarını yok etmek için uğraşmakla da sanatı kimse silemez bu ülkede.

Fakat son on yedi yıldır, birşeylerin gittikçe daha da ters gittiğini de artık görüp fark etmek gerek..

21 Nisan 2011 Perşembe

Kendinden emin insan modeli

İki yıl önce tam da bu günlerde Britan's Got Talent yarışmasına bir kadın katıldı. Korkunç kıyafeti, korkunç saçları ve korkunç İskoç aksanıyla sahnede jürinin önüne geçti.

Bir sürü adayın beceri adı altındaki maskaralığından bezmiş jüri ki alışılagelmiş üzere içlerinden biri çok acımasızdı, 47 yaşındaki kadına hayalinin ne olduğunu sorduğunda Boyle " Profesyonel şarkıcı olmak" demiş ve seyirci dahil oradaki herkes suratını ekşitmişti. Peki neden bugüne kadar gerçekleşmedi diye sorduklarında ise kendinden emin bir halde o güne kadar hiç şans verilmediğini ama şimdi o gün sahnede herşeyin değişmek üzere olduğunu söyledi.

47 yaşında, ufak bir İskoçya kasabasında, hayatında kedisinden başka hiç kimsesi olmamış bir kadın olarak muhtemelen sönük bir hayat yaşamış bu kadının o günden iki yıl sonra Madame Tussauds müzesinde balmumu heykeli yapıldı.

O gün kimsenin onu dikkate almadığı " İşte herşeyin şimdi değişeceği yer burası" sözlerini söylemesinden 5 dakika sonra Susan Boyle patladı.Yarışmayı kazanamadı ama zaten final gecesine kadar sadece o eleme günündeki performasının yüzmilyonu deviren izlenme oranıyla henüz Justin Bieber ortalıkta yokken Yotube'un efsanesi haline geldi.

Evinde oturmaktan başka bir hayat sürmeyen, dünyadaki milyonlarca orta yaş ve üstü kadının idolü olan Boyle, özellikle Amerika'da kendi ülkesinden daha çok şöhret oldu.

Albümü, dönüşünü onunla aynı döneme getirme şanssızlığına denk getiren Eminem'den daha çok sattı.

Susan Boyle, yıllar süren bir çalışma ve azimle değil, yalnızca 5 dakikada bu üne kavuştu ve iki yılda ondan çok daha önce bu yola baş koymuş insanlardan daha hızlı yükseldi.

Ama haketti ama medyanın şişirmesi sayesinde bu kadar yükseldi, orası göreceli bir konu.

Bu kadının benim üzerimdeki hayranlığı hala o eleme gecesindeki çirkin ördek yavrusu haliyle birazdan herşeyin nasıl değişeceğini ilan etmesiyle başladı. Bunu söylemesinin ardından insanları daha üçüncü saniyede dumur eden sesiyle sonrası zaten çorap söküğü gibi gelmişti..

14 Nisan 2011 Perşembe

Manço

Barış Manço'nun parçaları Türkçe'ye övgü gibi resmen. Anlatım zenginliği ve alttan alta verdiği mesajlar zaten insanın aklından hiç çıkmayan melodiyle çok iyi uyum sağlıyorlar..

Sonra da şu şarkı sözlerine bakıp hala iki günlük şarkıcıları öven zihniyetleri anlamayı akıl bir türlü kabul etmiyor !

Alnı açık gözü toklar buyursunlar baş köşeye
Kula kulluk edenlerse ömür boyu taş döşeğe
Nefsine hakim olursan kurulursun tahtına
Çala kaşık saldırırsan ne çıkarsa bahtına
---
Sapa kulpa kapağa itibar etme dostum
İçi boş tencerenin bu sofrada yeri yok.
Para pula ihtişama aldanıp kanma dostum
İçi boş insanların bu dünyada yeri yok.
Halil İbrahim Sofrası

Gözümde yaş görseler
Erkek ağlar mı derler
Gökler ağlıyor dostlar
Ben ağlamışım çok mu?
Rahmet yağarken
Dostlar ben ıslanmışım çok mu
?
Ali Yazar Veli Bozar

Yaz dostum
Selam almayana yiğit denir mi?
Yaz dostum
Boşa geçmiş ömre yaşam denir mi ?

Sarı Çizmeli Mehmet Ağa

7 Nisan 2011 Perşembe

Bir nesli nasıl kaybettik ?

Sanıyorum bugünlerde benim yaşım ve üstümdeki herkes artık genç olmadığı için şükrediyordur. Her sene adı değişse de özünde tek bir sınavla geleceğini bağlayan bu sistemin insanlığı içine soktuğu durum hakikaten vahim. Hele bu seneki sınav artık bence bir neslin psikolojik olarak çöküşüne sebep olmuştur.

Lise sondayken bir öğretmenim " Üniversite sınavına hazırlanmak insan haklarının yüzde altmışından vazgeçmek demektir." demişti. Haklıydı da. Yani kafayı istediği okula girmeyi takmış birinin, hem lise sondaki derslerini çalışması, hem dershaneye gitmesi hem de tüm boş vakitlerinde test çözmesi gerektiği düşünülürse zaten geriye kalan zaman ancak yemek, yol ve uykuya ancak yetiyor. Onyedi, onsekiz yaşındasınız ama hafta sonu arkadaşlarla çıkalım, sinemaya gidelim, kafelerde takılalım hevesi hep vicdanınızla hesaplaşmanıza neden oluyor.Bir de hormonlar tavan yapmış, aklınız gönül ilişkilerinde, oy, tam bir kişilik mücadelesi..

Bu dönem, hatta sene diyelim o kadar travmatikti ki yatıp kalkıp tek konuştuğumuz konu sınav, üniversite, sınav ve üniversite idi. Böyle olunca kulaktan kulağa yayılan uydurma haberleri, yok bu sene şu değişecekmiş, sınava şu şekilde girerse alınmayacakmışsın, sınavda felsefe soruları çıkmayacakmış gibi zilyon tane dönen geyiği düşünün bir de. Üstelik de açıp kontrol edebileceğimiz bir Internet de yok. Elimizdeki tek kaynak okul ve dershanelerdeki öğretmenlerdi. Ve onların sayesinde genelde bu her hafta türeyen yeni uydurma haberlere aldırmadan hedefe yönelerek içimiz rahat ders çalışabiliyorduk.

Sınavı atlatıp hayatın diğer ağır zorluklarına kapılmış olsak da geriye dönüp bakınca bu sınav sisteminin her sene üstünde oynanarak ne hale getirildiğini görüp tam zamanında yırtmışız diye teselli bulduğumu hatırlıyorum.

Ama bu seneki duruma bakınca, ortada ne güvenilecek bir kimse ne elle tutulur bir sistem ne de ileride ne olacağı belli. O sınav temposunun açtığı ruhsal yorgunluğa bir de bu şifredir, kopyadır söylentileri eklenince o çocukların artık psikolojik olarak çökmüş olduklarına kesinlikle eminim.

Bundan dört beş sene sonra çalışma hayatına atılacak bu nesil iş yerlerinde tuhaf davranışlarda bulunup özel hayatlarında da deformasyona uğrarlarsa hiç şaşırmamamız lazım. 2011 yılı üniversite girişli misin diyelim, evetse yanıt peki diyip oradan uzaklaşalım. Zira bir nesli kaybettik, biz de çok fazla üstünde kafa yorarak sinirlerimizi bozmayalım.

Zamanında ünlü düşünürler bu şarkıda hislerini ifade etmişlerdi ama onlara kulak vermek yerine çocuklara karşı dava açılmıştı..Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar elbet..

4 Nisan 2011 Pazartesi

Ben bilmem, beyim bilir

Geçen hafta cumartesi seyahatten sabah beşe doğru geldim eve. Uyandım evde elektrik kesik. Önce beklesem mi oldum; sonra dayanamadım site güvenliğini aradım sordum. İyki de sormuşum, yalnızca bizim ev kesikmiş. Sigortalara baktım birşey yoktu ama güvenlik, görevli gönderdi apartmanın altındaki sigortalara baksın diye.

Çok geçmeden elektrikler de görevli de geldi. Adama sabah uyandım elektrikler yoktu dedim, buzdolabı olabilir dedi.

Aslında bir sene evvel evde oturmuş televizyon izlerken de bir anda voltaj düşmüş sonra evin sigortaları teker teker atmıştı. Ondan bahsettim adama, yok yok dedi hemen, o zamanki başkaymış, bu sefer evde birşey kullanmadan sigorta attıysa buzdolabınızı kontrol ettirin dedi gitti.


Eh dedim, işten anlayan o, gerçi buzdolabı bir yamuk yapsa anlardım ama neyse. Elektrik geldi ya mutluyum.


Sonra kahvaltımı hazırladım televizyon karşısına geçtim, o ne ! Bu sefer de Digitürk gitmiş. Hıı dedim bu sigorta yüzünden ayarları kaydı herhalde. Kurulumu baştan yaptım olmadı. Hiçbir kanalı bulamıyor.

Digitürk'ü aradım, servis göndermek şart dedi. E iyi madem öyle, gelsin bakalım dedim.


Sonra hadi dedim eşimi arayayım da anlatayım durumu. Önce elektriklerden başladım, buzdolabı sorunlu sanırım diye girdim, o ise sabah tost yaparken elektrikler gitti dedi. E yani buzdolabı günahsız bu durumda. Çünkü tost makinası bir süre önce bozulmuş, servise vermek yerine bu işlerden anlayan bir tanıdığımıza makinayı yaptırmıştık. Belli ki tost makinası aslında pek olmamış. Daha ilk kullanımda sigortaları attırmış.


Digitürk diye anlattım, servise gerek yok, site yönetimini ara gelir yaparlar dedi. E iyi de bu Digitürk, sitedeki ustalar ne alaka dedim, yok yok yaparlar. Eh iyi dedim aradım yönetimi.


Telefonu açan adam hanfendi Digitürk ile ne alakamız var, servisi çağırın diye girdi direkt. E ama hani belki uydu falan diyecek oldum hayır servisi arayın biz bakmıyoruz diye tıktı lafı ağzıma.


Ülen dedim. Zaten güne iki sıfır yenik başlamışım bir de üstüne kadın kısmısı siz ne anlarsınız tripleri yemek tuz biber ekti.

Karşısında kadın görünce hah yarım akıllı şimdi laf anlamaz bu deyip beş yaş zeka seviyesinde biriyle iletişim kurar gibi hal almaları canıma tak etti tabi ve bıraktım uğraşmayı.

Madem herifler pek meraklı herifleri muhattap görmeyi bundan sonra da böyle artık, beni aramayın, bana anlatmayın, ben bilmem beyim bilir !