12 Ekim 2011 Çarşamba

Kim izliyor kardeşim bu dizileri ?

Özel televizyonların var olduklarından beri TRT'nin dizi anlayışına karşı bir mücadele verdikleri kesin. Ülkede sadece TRT varken yayınlanan dizileri hatırlıyorum da genelde dramaydı hepsi. Hep tiyatro ve sinama oyuncuları rol alırdı. Benim hatırladığım bizide rol olan tek şarkıcı Ayşegül Aldinç'ti.

Özel televizyonlar bu kuralı baş aşağı yaparak bir çığır açmayı denediler. İki günlük şarkıcıları başrole koyup etrafına gerçek oyuncuları serpiştirip abuk sabuk senaryolarla dizi üstüne dizi denediler. Çok uzun süre tutmadı bu. Ama tabi sonunda deneme-yanılma yöntemiyle, işin sırrının sadece bütçeyi arttırmak olduğunu öğrenerek seyirciyi tavlamayı başardılar.

Sonuç ? Sonsuz yerli dizi patlaması !

Halimiz o kadar acınası olmuş ki artık ulusal kanallarda yabancı bir film izleyebilmek için yazın gelmesini ve dizilerin tatile girmesini bekliyoruz. Ya da paraya kıyıp Digitürk gibi paralı yayınlar satın almamız gerekiyor. Yabancı dizi izlemek için ne yapmak gerekiyor peki ? Mesela CNBC-E ve E2 dışında yabancı dizi yayınlayan kanal var mı acaba ? Kaldı mı ?

Gelelim son yıllarda yayınlanan ve yayınlanmış 23434548375948375848975 tane diziye. Sanki birer mitöz bölünme gibiler. Birbirine kavuşamayan aşıklar ve hayatta tüm amacı onların arasını bozmak olan kötü insan senaryoları hala revaçta elbet.

Ama buna bir de mahsun bakışlı çocukların öne çıktığı, çok fakir insanların aşırı zengin insanlarla yollarının kesiştiği, 50lerde, 60larda, 70lerde geçen dönem dizileri, konusuyla tek ortak yanı karakterlerin isimleri olan süper kötü roman uyarlamaları, dünyada tutmuş ama ülke insanımızın bihaber olduğu dizilerden çalıntı, ya ahşap konaklarda ya da çok acayip villalarda geçen diziler eklendi mi tamam, bu işin mayası tutuyor.

İşin acı kısmı da her dizinin arkasında yatan ciddi insan emeğinin olması. Bu kadar kötü senaryo ve oyunculukla ard arda dizilmiş her dizide resmen bir yetenek ziyanı söz konusu. O kadar çaba ve parayla o kadar dizi yapmak yerine elle tutulur 5 dizi çıkarsalar inanın Türkiye'deki diziler komşu ülkelerde ikon olmaktan çok daha iyi yerlere gelecektir.

Hadi birileri pişirip pişirip aynı kötü tatlı yemekleri önümüze koyuyor diyelim. Peki neden bu kadar insan kendilerini kaybedercesine kaptırıyor kendini bu dizilere ? Yemin ediyorum, ne zaman bir dizi muhabbetinin ortasında kalsam ya da daha kötüsü bir dizinin izlendiği ortama girsem kendimi zombiler arasında hissediyorum. Ama daha insan eti yemesi gerektiğini fark edememiş, sadece uyuşuk ve sürekli aynı şeyi yineyelen türden zombilerin.

Nedir kardeşim bu dizilerde sizi yakıp kavuran ? Nedir sizi heyecanlandıran bu garip hikayelerde ? Var mı sizi şaşırtan sahneler, büyüleyen oyunculuklar, etkileyen diyaloglar ? Bu işin tek medyumu ben miyim yahu? Nedir bu sittin senedir bitmeyen dizi merakı, söyleyin dostlar !

1 Ekim 2011 Cumartesi

Üçüncü sayfa haberi yapmak ister bu deli gönül

Biraz önce Twitter'da okudum. Türk gazetelerindeki tek doğru bilgi, tarihtir diye. Acımasız ama haklı bir eleştiri aslında.

Çocukken gazete okumaya bayılırdım. Evde yere yatar, gazeteyi önüme serer, tek tek her haberi gözden geçirirdim. Şimdilerde önüme gazete koysalar, sanki mikroplu bir bulaşık beziymiş gibi elimin tersiyle itiyorum.

Hala gazeteyi yalar yutar gibi okuyan arkadaşlarım var, onları kıskanmadan edemiyorum. Zira bende ne o sabır ne de dayanıklılık kaldı.

Gözümde elle tutulur tek gazete Cumhuriyet. O da içimi kararttıkça karartıyor. Ancak uçak yolculuklarında okur olmuştum bir ara. Uzun ve kaçışı olmayan yol boyunca mecburen okunabildiği için. Hem de ne yalan söyleyeyim biraz da tüm gazeteleri elden geçirdikten sonra gene mecburen Cumhuriyet'e el atmak zorunda kalacak diğer yolculara verebilmek için..

Neden bu kadar soğudum gazetelerden ? Açıkçası tencere, tava verdikleri dönemde bile hala sevimliydiler bence. Şimdi ise ya canlarının istediğini haber yapıyor ya da baskı altında haber yapmaya zorlanıyor gibiler. Bir de tek bir haber ajansından kopyala-yapıştır şeklinde aynı haberi tonla gazetenin birebir aynı geçmesi de cabası.

Ama gazetelerimizde hala değişmeyen birşey de var tabi: Üçüncü sayfa haberlerindeki yaratıcılık gücü. Birbirini kesip doğrayan aşıkların, eşlerin, babaların ve çocukların haberlerindeki sebepler adeta sıkı bir Stephen King okurunun elinden çıkma gibi.

Artık o muhabirler hastane civarında mı takılıyor, yoksa eskisi gibi polis radyosuna takılıp olay yerine mi gidiyor nasıl haber kovalıyor bilmiyorum. Emin olduğum şey ortada bir cinayet ya da tecavüz varsa çok fazla derinine inmeden üstüne çok güzel süslü hikaye yaratabildikleri.

Lise ikideyken sıra arkadaşımın ailesine bir gazeteden araba çıkmıştı. Ertesi gün tabi gazete hemen ön sayfada anne ve babasının resmini yayınladı. Ellerinde gazete oturmuş zoraki bir ifadeyle poz veriyorlardı. Gazetemizi çok seviyoruz, çok teşekkür ederiz şeklinde de standart bir açıklama tabi. Arkadaşım ise eve gelen muhabirlerin annesiyle babasının eline gazeteyi tutuşturup fotoğraflarını çektiğini ve onlara her hangi birşey sormadan etmeden gittiklerini anlatmışlardı. Yani haberde iki doğru vardı. Araba kazandıkları ve yanyana duran bir karı-koca fotoğrafı.

Muhabirleri, editörleri yermiyorum. Herşeyde olduğu gibi yönetimle, tepeden gelen emirlerle ve elbette ekmek kavgasıyla ilgili bu işler. Mesleğine inanan, zor koşullarda görev yapan ve sadece eli kalem tuttuğu için yargılanıp hapise atılan gazetecilerin olduğu bir ülkedeyiz, sakın onları da dahil ettiğimi düşünmeyin. Benimki tamamen bir olay ve fotoğraftan muhteşem ve özgün hikayeler yaratıp haber diye yayınlayan gazete mantığına olan tepki.

Bir de baldızını kaçırıp hamile bıraktıktan sonra kaçan adamın, üst komşusuna gece elektrik süpürgesi çalıştırdığı için kafa göz giren kabadayının ya da hızlı başlayıp erken biten gecedeki trafik kazalarının meraklısı okur kitlesi var ki onlara zaten ne sunsan inanıp bir de etrafındakilere koşturarak anlatırlar ya.. O yüzden tıpkı Ayhan Sicimoğlu'nun deyişiyle hastasıyım şu üçüncü sayfa haberlerinin..