30 Ekim 2008 Perşembe

Pepper Democracy

Lise yıllarımın efsanesi Guns N Roses uzun zamandır ismi var görüntü yok şeklinde takılıyordu. Solist Axl Rose ruh hastası kişiliğiyle eski grubu katlettiği gibi yeni grubu da bir türlü iyi bir yerlere getiremedi. Ha çıktı çıkacak denen adı bile belli Chinese Democracy albümü ise tam 17 yıldır hala yok ortada. Yani koca bir nesil doğdu büyüdü, müzik akımları farkılı şekillere kaydı ve hatta Çin'in yönetim şekli değişti ama albüm bir türlü çıkamadı.

Sonunda var olmayan albümden bile kazanç sağlamayı akıl eden Amerikan pazarlama zekası duruma el koydu. Dr. Pepper isimli Amerikan içecek firması eğer Axl ve gülleri yıl sonuna kadar albümü yayınlarlarsa ülkede yaşayan herkese bir adet bedava içecek vereceğini açıkladı.Bir tek Slash hariç :)

Yeni yıla iki ay var ve albüm hala çıktı çıkıyor bugün hemen şimdi dense de görünen o ki Amerikalılar ne bedava Dr. Pepper götürebilecekler ne de yeni bir Guns N Roses albümü !

29 Ekim 2008 Çarşamba

Ihanet ve bilime dair kisa bir dedikodu

Alfred Nobel kendini bilime adamis biri olarak taninsa da sonucta o da zamaninda hormonlariyla barisik genc bir adamdi. Asik oldu, muhtemelen evlenmek de istedi. Ancak tutkuyla bagli oldugu genc kadin birlikte olmak icin son anda kendisini degil bir baska adami secince olan oldu. Alfred Nobel belki hayata kusmedi ama asla bir baskasiyla da evlenmedi. Ama asil onemli nokta her yil olum yildonumunde verilen ve dunyada Oscar Odulleri kadar ses getiren ve adiyla anilan odul dallari arasinda kimya, fizik, tip, ekonimik bilimler hatta edebiyat ve baris yer alirken matematik asla bu odulden yana sansli olamadi.

Cunku sevdigi kadini kaptirdigi diger adam Gosta Mittag Leffler basarili bir matematikciydi. Ve onlar muradlarina erdikleri icin bugun hicbir matematikci, Nobel odulu kazanan bir kimyaci ya da fizikci kadar alaninin disinda taninamiyor.

Ask denen sey iste boyle tarih degistirebiliyor...

27 Ekim 2008 Pazartesi

Ne bu şimdi ?

Tam da cuma akşam üstü rehaveti içinde bloga ne yazsam diye kafa patlatmıştım. Yetmedi ofistekilere sardım konu bulun diye. Tam da işte budur diyeceğim fikir gelmişti ki bir arkadaşımdan, akşam evde gördüm ki Diyarbakır Mahkemesi benim yazılarımın okunmasını yasaklamış. Hayır efendim işte erişim engellendi, Digitürk falan savunmasından bana ne, resmen yazılarımın okunması yasaklanmış, bunun başka tanımı yok.

Tamam, düzenli blog tutmuyor olabilirim, fazlasıyla subjektif ve pek çok kişinin ilgisini çekmeyen alanlarda atıp tutuyor olabilirim ama yine de bunun adı İran ya da Kuzey Kore'de yaşamayan biri olarak hakkım olan bir eylemin tamamen ortadan kaldırılmasıdır.

Şimdi inat sürekli yazmak gerekecek sanırım.

18 Ekim 2008 Cumartesi

Okurun ukalası

Eskiden düzenli kitap okuyan insanlar vardı. Bu alışkanlıklarıyla ilgili çocukluklarından beri her gördükleri yazıyı tutkuyla okumaya bayıldıklarından bahsederlerdi. Mesela tabelalar, televizyonda izledikleri bir film ya da dizinin oyuncu kadrosu ve tabi ki günlük gazeteler şeklinde de sıralardılar.
Ben bu insanlardan değilim. Annemin sınıf annesi olduğu ve okuma yazmayı söken öğrencilere takılan kırmızı kurdeleleri bizzat kendisinin hazırladığı ilkokul birinci sınıfta okumayı öğrenebilen ancak son birkaç öğrenciden biri olmuştum. Ve uzun bir süre de okuduklarımdan hiçbirşey anlamadan okuyormuşum gibi yaptım. İlkokul ikinci sınıfta geçen aylarımın çoğunda sesli okumalarımı ancak heceleyerek becerebiliyordum. Sonuna kadar okuyup hem hoşuma giden hem de gerçekten anladığım bir kitap anım ise ancak dördüncü sınıfa aittir.

Düzenli kitap okumaya ki ben buna bir kitap bitince zaman kaybetmeden yenisine başlamak olarak tanım veriyorum, ta lise ikinci sınıftayken Orhan Pamuk'un Sessiz Ev kitabıyla başladım. Romandan o kadar etkilenmiştim ki aldığım tadı başka hangisinde tekrar yakalayabilirim diye ard arda başka kitaplara saldırdım. Ve bir sene sonra baktım ki aynı anda iki kitap okuyordum. Üniversitede ise okula çantayla gittiğim günlerde mutlaka çantamda, elimde bir kaç ders kitabıyla gittiğim anlarda ise bu sefer cebimde bir kitap oluyordu. Çünkü okunacak o kadar çok kitap vardı ki, iki ders arası beklerken ya da otobüs durağında dikilirken okumadan zaman geçirmek hata olurdu.

Sonuç olarak, her keyif verici maddenin insanda yarattığı etki gibi alışkanlık oldu bende saplantı. On yedi senedir okuduğum her kitabı tuttuğum liste bir yana, tatilde ya da yolda ellerinde kitap okuyan birilerini görünce acaba ne okuyorlar, benim daha önce okumuş olduğum bir kitap mıdır diye neredeyse insanların içine düşmem, evine ilk defa gittiğim insanların eğer varsa hemen kitaplıklarındaki kitapları tek tek gözden geçirmem, okuduğum bir kitapda bahsi geçen bir başka yazara ait kitabı okuyana kadar rahat edememem, hiç tarzım olmasa da bazı dönemler sükse olan Yüzüklerin Efendisi ya da Da Vinci'nin Şifresi gibi çok satılan romanları meraktan değil sadece kitapları kötülemek için elimde koz olsun diye okuma hırsım gibi sıralayabileceğim bir sürü kötü etki yapıyor bu durum bende.

Daha da kötüsü, beğenmediğim bir kitabı sevdiğim biri övmeye başlayınca o kişiyi hor görmeye başlıyorum ve gerçekten bazen endişeleniyorum değer verdiğim arkadaşlarımın küçük gördüğüm kitapları ya da yazarları beğenecek olmalarından.

Ama o kadar da karamsar bir hayat değil benimki aslında. Çünkü başta da dediğim gibi çok eskilerde kaldı o düzenli kitap okuyan ve okuduklarından konuşan insanlar. O yüzden kitaplarla çevrili bu ruh hastalığımı en yakınımdakiler bile fark edemiyor, iyi gizliyorum; kafam rahat !

15 Ekim 2008 Çarşamba

Fakirlik utancımdır

Yoksullukla ilgili yazmaya gerek var mı ki bilemedim aslında. Zira sokağa adımımı attığım anda her yanımı kuşatıyor yoksulluk. Ve bunun o kadar çok acı yanları var ki..


Aklımı sağlam tutmak için yağmurlu gecelerde uyumak için yattığımda düşünmemeye çalışıyorum o anda bu soğuk havaya hiç de gönüllü olmadan maruz kalanları..


Ve yine delirip seri katile dönüşmemek için ramazan bahanesiyle gösteri yapıp fakir mahallelerde insanlığa aykırı erzak dağıtanların haberlerini es geçiyorum..


" Müslüman ülkede sokak çocuğu olmamalı." diyen hocayı içim sızlayarak onaylıyorum. Bırak sokak çocuğunu dünyada çocuk ölümlerinin en fazla olduğu ülkeler sıralamasında müslüman ülkelerin başını çektiğini hatırlamak bile utandırıyor insanı. " Sen tokken komşun açsa bu uygun değildir." diye sana söylemi olan bir dine inanıyorsan hele !


" Dünya barışı istiyorum." sözü dalga geçilen güzellik yarışması kilişelerinden olsa da bunun aslında dünyadaki açlığa ve ekonomik haksızlığa tek çare olduğunu da göz ardı etmemek gerek.


"We're The World" şarkısını söyleyenlerin tüm dünyada 2 milyar dolar toplayıp açlık sınırındaki Afrika ülkelerine yardım edildiği aynı yıl başta ABD olmak üzere birçok ülkenin aynı fakir ülkere 700 milyar dolarlık silah sattığını da bilmek gerek.


Darfur'u akıldan hiç çıkarmamak..


Gaziantep'te bitşampuanı bile bulamayan Sokak Çocukları Derneklerini unutmamak..


Ortaklaşa giydikleri ayakkabıyı teslim etmek için son derse girmeyen sabahçı kardeşin eve gidip öğlenci ablasına ayakkabısını teslim ettiği çocuklarla aynı ülkede yaşadığımızı öğrenmek gerek..


Sizin çöpünüzün bir başkasının hazinesi olduğunu da..