30 Mayıs 2008 Cuma

Kısaca...

" In a sky full of people, only some want to fly, Isnt that crazy? " Seal - Crazy

"One pill makes you larger. And one pill makes you small.And the ones that mother gives you. Don't do anything at all" Jefforson Airplane - White Rabbit

"Hey you, standing in the roadalways doing what you're told. Can you help me? Hey you, out there beyond the wall. Breaking bottles in the hall. Can you help me? Hey you, don't tell me there's no hope at all. Together we stand, divided we fall." Pink Floyd - Hey You

" Friend is a four letter word. End is the only part of the word." Cake - Friend Is A Four Letter Word

" I know that I was born and I know that I'll die.The in between is mine. " Pearl Jam - I Am Mine

"Readying to bury your father and your mother. What did you think when you lost another? I used to wonder why did you bother. Distanced from one, blind to the other?" REM - Sweetness Follows

" First there are kisses, then there are sighs. And then before you know where you are. You're saying goodbye." Boy George - Crying Game

" I used to love her but i had to kill her. I had to put her six feet under and i can still hear her complain !" Guns N' Roses - I Used To Love Her

"You can't turn back the clock, you can't turn back the tide. Ain't that a shame? I'd like to go back one time on a roller coaster ride. When life was just a game..." Queen - These Are Days of Our Lives

" In America, The land of the free, they said. And of opportunity. In a just and a truthful way. But where the president, is never black, female or gay." Morrissey - America Is Not The World

" Hey little girl, do you need a ride?Well, I've got room in my wagon why don't you hop inside ?We could cruise down Robert Street all night long.But I think I'll just rape you, and kill you instead ! " Therapy? - Diane


28 Mayıs 2008 Çarşamba

Sevmediğim yönetmen Oliver Stone

Ortaokul ve lise yıllarında hatırlıyorum da nerede ses getiren bir film gösterime girse yönetmeni hep Oliver Stone çıkardı. Tom Cruise'un hala Top Gun imajıyla popüler olduğu dönemde Born On The Fourth of July çekilmişti mesela. Cruise yüzlerce kez sonu hüsranla sonlanan Oscar adaylığında bir kez daha iddialıydı. Stone ise Platoon'la patlattığı Vietnam sendromunu yakışıklı bir suratla süslemesinin keyfini yaşıyordu. Oysa bence bu film kabak tadı vermiş Vietnam filmlerinin en kötülerinden biridir.

Iki sene sonra The Doors ve Jim Morrison'ın küllenmiş şöhretini yeniden gün ışığına çıkaran film geldi. Yine tüm gazeteler, dergiler Stone ve grubu yazıyordu. Başrol oyuncusu Val Kilmer çok iyi bir çıkış yapmıştı. Ancak The Doors'un gerçekte nasıl bir grup olduğunu ve Jim Morrison'ı yakından bilenler de fena halde savaş açmışlardı Stone'a. Çünkü film tamamen uydurma hikayelerle donatılmış sözde bir biyografi filmiydi. Morrison hem abartılı hem de yalan olaylarla bambaşka bir karakter olarak sunulmuştu. Aslında Stone'un tipik tarzının yeniden gündeme gelişiydi. Daha önce ulusca başımıza bela olan Midnight Express filmine yazdığı o muhteşem senaryonun abartılmış hali Alan Parker'ın da başını yakmış ve adam filmi çektiğine çekeceğine bin pişman olmuştu.


Ne mutlu ki bu redneck kafali Stone son dönemlerde World Trade Center'dır, Alexander'dır, Any Given Sunday'dir gibi ancak moron Amerikalilarin beğenisine hitap eden filmler çekti ki layık olduğu ulusal ezikliğine geri döndü. Şükürler olsun adını sanını duymaz olduk.


Bizde de Stone'un yolundan ilerleyen bir yönetmen var, Osman Sınav. Adam hakikaten sınav stresi gibi. Yaptığı abuk sabuk mafya-derin devlet ilişkili dizi ve filmlerle bir yerlerde tutunmaya çalışan bir adam bu. Televizyon dizileri tuttu diye yaptığı dandik ötesi filmlerin gişede iyi para getirememesini istediği kadar yanlış sezonda gösterime girmesine bağlasın neyseki sinema izleyicimiz TV izleyicimizden daha seçici olduğu için adama gerekli yanıtı vermiş oldular.


Sevmiyorum böyle ülke ve devlet yalakası yönetmenleri. Karşıyım arkadaş !

27 Mayıs 2008 Salı

Tutkuyla sevdiğim benim yalnız ve güzel Türkçe'm

Dün akşam Kanal 1'de bir zamanlar Erol Evgin'in şimdi ise Demet Akbağ'ın sunduğu Süper Aile yarışmasını izledim. İtfaiyecilere karşı Olympos adıyla bir grup üniversite öğrencisi yarışıyordu. Hani yüz kişiye sormuşlar ve en popüler verilen yanıtlar şunlar şeklindeki yarışma bu.


Başta sorular " Su içinde ne yapılır ?", " Avrupa'da bir ülke söyleyin", " Nereye tırmanılır ?" şeklinde giderken itfaiyeci amcalar Olmpos'çu gençlik karşısında ne yazık ki sönük kaldılar. Ancak sıra " Bir bisiklet parçası söyleyin."'e gelince gençlerimizin kafa patlatıp bulabildikleri tek yanıtın ancak ayna olmasıyla Demet Akbağ'ın çıldırma benim de eğlenme dakikalarım başladı. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi Uluslarası İlişkiler Bölümü öğrencisiyiz diye övünen bu beş keriz bir de doğa tutkunuyuz; adımız Olympos'tur diye hava atarken bisiklet tabi NASA icadı ve normal hayatta görme ihtimalimizin hiç olmadığı alet olduğu için kalakaldılar. Demet Akbağ hiç mi bisikletiniz olmadı, hiç mi kiralamadınız diye yırtınsa da boşunaydı , nitekim sıra itfaiyecilere geldiğinde amcalar bu tiplere özellikle teşekkür ederek bisikletin bilindik tüm parçalarını tek tek saymaya başladılar. En komiği de Gidon sözcüğünü duyan bu beş Avarel'in " o ne ya ?" şeklindeki tepkisi oldu ki Demet Akbağ onun ne olduğunu açıklayınca " Haa, direksyon " şeklinde tepki vermeleri günü tamamladı benim için.

Bir zamanlar günde sadece yüz ya da yüz elli sözcük kullanarak dilimizle yetinmeye çalıştığımızdan şikayet ederdi dilbilimciler. Şimdi görüyorum ki gençlik artık daha da tutumlu davranmaya ve bu sayıyı yüzün de altına düşürmeyi başarmış

E haklılar tabi..

" Şey " ve " Yani " ile yeterince kendimizi ifade edebiliyorken, kim ne yapsın onca sözcüğü Türkçe'de ?

Ve binecek bir bisikleti bile yokken napsın gençlik bisikletin parçalarını öğrenip de ??



20 Mayıs 2008 Salı

Vurun yumuşak başların kellesini !

Anneler gününden bu yana düşünüyorum da hayatta her koşulda, her durumda, başımızı soktuğumuz en kötü belada, üst üste ve bilerek yaptığımız hatalarda, en aciz hallerimizde sorup sorgulamadan yanımızda olan ilk insan hep bu kadınlar. Memeli hayvanlar içinde doğururken en çok canı yanan ama türünün diğer örneklerinin aksine yavrusu büyüyüp kendi başının çaresine bakacak erginliğe geldikten sonra dahi hala onu kollayıp sarmalayan da tek canlı türü bu anneler.
Ve biz bazen bizi çıldırttıkları, laftan anlamadıkları ya da herşeye burunlarını soktukları bahaneleriyle söyleniyor bazen de kötü davranıyoruz. Şöyle düşünmek gerekmiyor mu acaba, bu kadar özverili bir insanın da kusuru ne bilim fabrikasyon ayarlarında azcık hatası olamaz mı ? Sonuçta genel anlamda tüm işleyiş düzenliyse, bir kere bile sizi yüzüstü bırakmıyorsa bilgisayarımız dahi kitlendiğinde açıp kapayarak tekrar eski haline gelmesini bekliyoruz. Tutup da tüm gün " zaten bu bilgisayar yavaş, hep kitleniyor işte böyle, virüs de var bunda kesin, yeter artık satacağım" demiyoruz, diyemiyoruz. Ama anneler olunca söz konusu hata vereni hemen anında harcıyoruz.
Belki de doğanın gereği böyledir. Çünkü bu eziyeti çeken sadece çocuk doğuran dişi türü değil. Karşı cinse gönlünü kaptıran dişiler de bundan müzdarip. Belki çok az bir erkek kısmı da olabilir ama muhtemelen de onların da çoğu eşcinseldir, çünkü ezen taraf erkek hep, kural böyle belirlenmiş bir kere.
Annelerden dolayı şanslıyız, çünkü hiçbir anne yetti artık diyip sırtını dönmüyor ya da gidip başka bir çocuğu evlat edinmiyor o çocuk ona daha iyi davranıyor diye. Ama verdiği ettiği ile bir türlü memnun edemeyen kadın milleti sesini çıkarmamasının sonucu bir iç patlama yaşayıp herşeyi boşvererek arkasına bile bakmadan çekip gidebiliyor. Şanslıysa onu daha iyi anlayacak birine kapılıyor, daha da şanslıysa kendi başına ayakları üzerinde durabilmenin onu bir başkasının gölgesi gibi yaşamaktan çok daha güçlü ve mutlu edebildiğini öğreniyor.
Biz annelerimizi hor kullanmaya devam edelim, onlar ölene kadar o güne kadar yaptıklarımızdan dolayı pişman olup ömrümüzün geri kalanında kendimizden nefret edeceğimiz günlere daha var nasıl olsa.
Ama tavsiyem anneniz olmayan ve size iyi davranan insanları pek terslememeye çalışın, çünkü onları fiziksel ya da ruhsal bir şekilde kaybedeceğiniz gün çok daha yakın olabilir.

15 Mayıs 2008 Perşembe

Bir keresinde..

Yazliktaydik arkadaslarimla ve bir gece sessiz sinema oynamaya karar verdik. Ancak bilinenin aksine birbirimize filmleri degil anlamdan bağımsız isim tamlamalarini anlatacaktik. Önce iyi niyetli yaklaşımlarla " kaktus çiçeği " ya da " plaj terliği" gibi nesneleri anlatmaya çalışırken gittikce artan hırsa kapılarak " meraklı salam ", " kaprisli tüpçü ", " geveze yosun" şeklinde bir dizi anlatmasi zor sözcük dizileriyle boğuşur bulduk kendimizi. Ancak bunlari anlatmak uğruna verilen uğraş bizi tipik film anlatımından daha çok eğlendirmişti.

O geceden bir kac yil once ise cok yakin bir arkadasimla Marmara Universitesi'nin duzenlediği bir kültür turuyla İspanya'ya gitmiştik, hayatımızda ilkti. Bende video kamera, bir heves gittiğimiz her kentteki tarihi yerleri, müzeleri rehberin bize anlattığı bilgileri katarak çekmeye başladik önce. Ancak birkaç gün sonra bu Lonely Planet modunda öğreten insan hallerimizden sıkıldık ve çekimleri bir senaryo üzerine kurgulamaya karar verdik. O kadar saray ve görkemli eski yapının olduğu ülkede yazilabilecek en uyduruk senaryoyla ben kraliçe arkadaşım da aslında kendisinin kraliçe olduğunu iddia eden hizmetçim oldu. Kamera önüne hangimiz geçiyorsak işte burasi benim yazlik sarayim burasi benim parkim diye ahkam kesiyorduk. Dil farklılığı avantajindan faydalanıp yanımızdan geçen giden insanlara çaktırmadan selam verip güya sevgili halkımızı bağrımıza basıyorduk. Ardından birbirimizle atışarak kimin gerçek kraliçe olduğunu ispatlama ve karşı tarafı karalama kampanyasına koyulduk. Cordoba'da bir cami avlusunda başlayan atışma Sevilla'da iddialaşmalara, Madrid'de ise karşılıklı hakaretlere dönüştü. Kamera önünde ne kadar didiştiysek geri planda bir o kadar yarılıyorduk. Eve dönüşte izlettirdiğimiz arkadaşlarımızın bizim kadar eğlendiğini görmek bizi daha da keyiflendirmişti.

O seyahatten yaklaşık beş yıl sonraydı sanırım Exorcist filmi Director's Cut Edition'iyla yeniden gösterime girmişti. İlk defa altı yaşımda onu da videoda yarım yamalak izlediğim ve her zaman ilk üçümde yer alan bu filmi karanlik sinemada dev perdede ve özellikle tek başıma izlemek benim için sıralanmış keyifli anlar silsilesi olacaktı. Filmden önce sinemanın yanındaki markete gidip filmi izlerken atıştırabileceğim abur cubur olarak meyveli yoğurtlar almıştım. Hatta alırken de neden hep patlamış mısır yenir ki yoğurt da iyi fikir gibi kendimce ukalalık dahi yapmıştım. Üstümde lacivert bir merserize, benden başka dört beş çiftin olduğu salonda en arkada filmi yoğurtlarımla başbaşa izlemeye koyuldum. Ve ara olduğunda insanların neden patlamış mısırı tercih ettiği sorusu da aydınlanmış oldu. Tüm duyularımı filme öyle yoğunlaştırdığım bir anda yoğurda olan merakım yüzünden kendimi mama sandalyesinde annesinin zorla kaşığı ağzına tıktığı bebeğe dönüştürmüştüm. Üstümde koyu renk kazağa film boyunca döşediğim pembe desenler sayesinde araya çıkan tüm o çiftlere korkudan yediğini üstüne saçmış zavallı korkmuş yalnız kız pozu vermiştim ki aslında bu beni film kadar eğlendiren bir teselli olmuştu.

Aynı günlerde özel bir kolejde ingilizce öğretmenliği stajı adı altında öğrencilere hayata dair yanılgılara düşmemeleri için ipuçları dağıtıyor, ülkenin bana çoktan verdiği seçme hakkımla bizi yönetecek insanlar için oy kullanıyordum.

Yani kazık kadar olmuştum çoktan, tıpkı bugün hala olduğu gibi..

:)

8 Mayıs 2008 Perşembe

Balkondaki iki huysuz ihtiyar


Asıl adları Statler ve Waldorf; nedendir bilinmez New York'taki iki otelden geliyor isimleri. Biz halk olarak onları hep Muppet Show'un locada oturup her bölüm izledikleri gösteriyi aksatmadan yerden yere vuran süper ikilisi olarak tanımlıyoruz. Asabi ama aynı zamanda sempatik, sürekli kötüleyen ama aynı zamanda ayrıntıcı, Huysuz Virjin kadar lafı gediğine oturtmakta usta, Oğuz Aral kadar doğru anda doğru espriyle vuran ve evet Sex Pistols kadar da anarşik; aynı zamanda tabi ki benim idolüm iki bomba karakter..
Miss Piggy'nin narsist krizleri, Ganzo'nun anlamsız fikirleri, Fuzzy'nin safla sakarlık arası gel gitleri ve tüm bu sirk ortamında kendinin ne aradığını sorgulayan haftanın konuklarını idare etmeye etmeye çalışan Kermit'in ana kadroyu oluşturduğu Muppet Show başlı başına bir sanat eseri aslında. Ve bu eseri ısrarla hor gören Statler ve Waldorf ekürisini normalde aynı sertlikle tepmek gerekirken ilginçtir adamları bağrımıza basıyoruz. Ama bu yaman çelişkinin tek kurbanları biz değiliz diyerek sıyrılma bahanem de var. Hatta lisedeyken bu çıkarımı yapan bir arkadaşım söylemişti, " Bunlar da paso showu kötülüyor ama her hafta gidip gösteriyi hem de locadan izlemeyi de ihtimal etmiyorlar." diye.
Dilerim ki hayatımızda attığımız her adımda bizi böyle acımasızca eleştirecek ve bunu yaparken bizi gülümsetmeyi de becerebilecek huysuz asabiler yakınımızdan eksik olmasın :)
Youtube bir ara açıkken bakın derim:
http://www.youtube.com/watch?v=14njUwJUg1I