Her Akdenizli gibi ben de yaz mevsimini kışa tercih ediyorum. Çünkü ancak bu mevsimde tişört giyme özgürlüğüne sahip olabiliyoruz. Kışın beyaz tende tuhaf durduğundan mıdır ya da üstüne kalın montla çok acayip bir görüntüye sebep vermekten mi bilemeyeceğim ama, şöyle sıcak havalarda tişört giymenin tadı bambaşka.
Çocukken, lise, üniversite çağı ve sonrasında kısaca her zaman, her yerde tişört resmi formam olmuştur. Ama özellikle İlkokul çağı ve ergenlikte her şeyde olduğu gibi giyim seçeneklerinde de kısıtlı bir ortamımız olduğundan sanırım tişörtlerde cinsiyet ayırmaksızın kapıldığımız trendler vardı.
Şimdi dönüp bakınca rezillik diye içimden geçirdiğim uçlarından boncuklar sarkan püsküllü bir model vardı mesela. Annem ilk alıp bana verdiğinde bayılmıştım ama şimdi eski resimlerde o kadar da güzel durmadığını fark ediyorum malesef.
Benim asıl sevdiğim tür adınızı yazdırabildiklerinizdi. Bu hayatımda yaşadığım ilk kişiselleştirilebilen eşya deneyimi olduğu için sanırım, üstünde adımın yazdığı tişörtümü sanki büyük bir olay gibi taşırdım. Tabi ufak ve herkesin birbirini tanıdığı bir yerde bu sempatik görünebilyordu. Ancak şehirde ya da ne bileyim plajda giydiğimde, hiç tanımadığım çocukların benimle dalga geçerek adımı çağırdıklarını görünce biraz yenilgiye uğramıştım gerçi ya neyse..
Onbeş yaş sonrasında ise tişörtler artık yaşam tarzının aynası olmaya başladı. Özellikle Heavy Metal dinliyorsanız öyle renkli tişörtler, önünde sevimli desenli şeyler giymek günaha eş değerdi. Siyah, sadece düz siyah giymeniz gerekiyordu. Bunun neyi sembolize ettiğini inanın ben de o zaman bilmiyordum ama kendimi iyi hissettiren tarz buydu işte.
Tabi gönlümüzden geçen dinlediğimiz grupların tişörtleriydi ama o da öyle her yerde kolay bulunmuyordu. Öyle ki sokakta Metallica ya da Megadeth tişörtlü birine rastlasak önünde saygıyla eğilmediğimiz kalıyordu.
Bir de bu grup tişörtlerinden de kutsal olan turne tişörtleri vardı. Önünde mesela Skid Row'un grup resminin olduğu arkasında ise grubun turne takviminin şehir adlarıyla listelendiği muhteşem varlıklardı bunlar. Ancak ve ancak yurt dışından temin edilebilirdi ve tabi ki gece bir bara ya da önemli bir yere gidileceği zaman giyilirdi. Örneğin 1993 yılıyla birlikte başlayan stadyum konserleri gibi..
Yaş ilerledikçe aradığım tişörtler bu sefer renkten bağımsız özellikle arkasında absürd mesajlar yazan tarza kaymaya başladı. Yirmili yaşlarda nedense böyle bir mesaj kaygısına girmiştim ama üstünde benimle ilgisi olmayan marka ve yılların yazdığı pahalı tişörtler yerine insanlarda biraz olsun tebessüm yaratabileceğim türleri giymek daha çok hoşuma gidiyordu.
Hem böylece önünde koca harflerle Yards, Benetton, Nike ( evet o zaman logo yerine marka adını kullanıyordu ) gibi tişörtlerle dolanıp Kızılay yardımı almış görüntüsü veren kitleden kendimi ayrıştırmıştım.
İnsanın ancak rakamsal olarak artık gençlikten sıyrıldığını farkedebildiği ama hala o bağıran tişörtler için yanıp tutuştuğu yaşlarda, yani bugünlerde ise malesef artık düz, pastel ve sıkıcı modellere yönelmeye başladım. O yüzden mağazalarda abuk sabuk desenler ve yazılı tişörtler gözüme takılınca içim gidiyor ama artık genç bir kız değilsin, çocuk değilsin diye telkine başlıyorum.
Hemen ağlanmaya gerek yok tabi. Yaş ne olursa olsun başta da dediğim gibi yaz geldi ve artık tişörtleri haftanın yedi gününe yaymak, hala bu bez parçasına olan tutkumu canlı tutabiliyor. İki sene öncekileri pijama niyetine giymek, hatta plajda bikini üstüne geçirmek. Deniz, kum ve güneş bir yere kadar, ama pamuklu kısa kollu giyinmenin özgürlüğü en az üç ay !
3 yorum:
yaşasın yazzzz:)
Yaz yaz yazzzzz!! (Her manada:)
Bazi kadinlarin tshirt konusunda olgunlasmamalari lazim.
Yorum Gönder