Naim Süleymanoğlu, Bulgaristan'dan ayağının tozuyla geldiği gibi 1988 Seul Olimpiyatları'nda rekorlarla şampiyon olduğunda mutlu olmuştum evet, ama şaşkınlığın ağır bastığı bir mutluluktu bu.
Ya da Tansu Çiller genel seçimle değil de parti içindeki kongreyle lider seçilerek doğrudan Türkiye'nin ilk kadın başbakanı olduğunda da bu durum hoşuma gitmişti, ama bu da Türk olmaktan dolayı gurur duymak için yeterli bir sebep değildi.
Benim anlarım daha kişisel oldu. Ve işin içinde eğlence olması şarttı.
Beş yıldan fazla olmuştur, bir aktarmalı uçuşla İstanbul'a dönüyordum. Frankfurt havaalanındaki Lufthansa business salonundaydım, saat aksam yediye geliyordu. Geniş koltuklardan birine yayılmıştım ve çok geçmeden arkamda ayakta cep telefonuyla konuşan birine kulak misafiri oldum.
Salona arkadaşıyla gelmiş, herhalde benden en fazla beş yaş büyük, düzgün görünümlü genç bir adamdı bu. Konuşmasından uzun bir yoldan ve uzun bir zaman sonra İstanbul'a dönüyor olduğu belliydi. Zira konuştuğu kişi sevgilisi ya da eşi bilmiyorum neyse artık biraz naza çekmeye başladı. Ne olduğunu anlamadan o iş adamı imajını silip yok eden sesler geldi adamdan:
" Ama sevgilim ben de çok özledim nolur ya nolur yapmaaa" diye sızlanan tiz bir sesti bu. Haliyle başımı çevirip adama baktım. Yavru kedi gibi inlemekle kalmıyor aynı zamanda da kıvranıyordu. Ve işin ilginci tartışma falan değildi bu; özlemin yarattığı garip bir iletişim şekliydi sadece ama ağlak feminen ses tonu bitmek bilmiyordu bu " yaa sevgilimmm" diyen.
Başımı çevirdim ayıp olmasın diye ama bu sefer de karşı koltuklarda bir başka adamla göz göze gelmemle gülmeye başlamam bir oldu. Arkamdaki yurttaşımın yaptığı gösteri karşımdaki diğer yurttaşımı da kopartmış ve Frankfurt havaalanında Türkler arasında dalga dalga kahkaha krizine sürüklemeye başlamıştı bizi.
Baktım olmayacak çünkü gülmekten gözümden yaşlar gelmeye başlamıştı, eşyalarımı toparlayıp başka yere kaçtım hemen. Eski başbakan Mesut Yılmaz'ın eşi ve oğlunu gördüm. Tam yakınlarına oturuyordum ki elinde duty free torbasıyla sallana sallana gelen Mesut Yılmaz salona girdi " Ya Berna, benim parfümden kalmamış " diye söylenerek.
Bir önceki sahnenin etkisinden çıkamamış halimle Mesut Yılmaz'ın o mahsun hali birleşince hayatımda yaşayabileceğim az rastlanır bir eğlencenin ortasında buldum kendimi. Beni deli gibi güldürmelerine karşın bir o kadar hoşuma giden figürler olmuşlardı bu ikisi. Evet, eve dönmek üzere yabancı bir havaalanında bezgin başlayan bir bekleyişi böylesi bir şenliğe dönüştürebildikleri için övünç duyulmayı da kesinlikle hak etmişlerdi.
Ama beni en çok gururlandıran olay üç yıl önce New York Metropolitan müzesinde gerçekleşti.
Müzede saatlerimi geçirmiş en son alt kataki klasik Amerikan ev dekorasyon bölümlerinin içinden geçiyordum. Birden karşımda dünyada Türkiye hariç hiçbir ülkede rastlayamayacağım türden bir olaya şahit oldum: Genç bir çift önündedeki kırmızı şeridi yok saymış dokunulması dahi yasak bir ahşap kapıyı zorluyordu.
Durup ne yaptıklarına bakamazdım ancak gerçekten de yeryüzünde yasak diye açıkça belirtilmiş bir yeri biz Türklerden başka kim cesurca sorgular diye öğrenmeden de edemezdim.
Derken kız olanın erkek arkadaşını çekiştirerek Türkçe " Ya yapma !" dediğini duydum. İçim müthiş rahatlayarak onları görmezden gelip yanlarından geçerken oğlandan aynen şu cümleyi işitmiş olmak beni bir kez daha gururlandırdı:
" Çok merak ettim ya ! Bakmam lazım bu kapının arkasında ne var diye !"
3 yorum:
bi arkadaşım türklerden sıkılmış, dil öğrenicem bahanesiyle abd'ye kaçmıştı. kendisinin de türk olduğunu eklemek isterim.
neyse gitmiş okula, resepsiyonda adını sormuşlar, aydın, demiş. tam o sırada arkadan bi ses yükselmiş: vay aydınım, topraam...
arkadaş kaderine lanet okumuş. burda da mı buldunuz beni, gibisinden.
ama kader bu. lanet ağlarını örmeden durmaz. aradan iki ay geçmiş geçmemiş, aydın bey memleketi özler olmuş. entel dantelim diye gezinen, cazdan başka müzik bilmeyen, piposu elinden düşmeyen aydın bey, anadolulu türklerin odasına yerleşmiş koşa koşa. çok geçmeden türkü dinlemeye başlamış. tespih bile sallamış. yurda döndüğünde gerçek bi türktü:))
valla ben şahsen, acem kızı türküsü için bile türk olurdum bayıla bayıla...
Sevgili Cüzzamlı Melek, tıpkı bu verdiğin Aydın Bey örneği gibi, ben de burada yabancı müzikten başka birşey dinlemeyen bir çok arkadaşımın yurt dışına yerleştikten sonra Türk müziğini ilk kez keşfetmiş gibi coşkuyla dinlediğini görüyorum. Kaçtığın insanlar ya da ülken değil galiba kendin oluyorsun :)
Yorum Gönder