Ortalama bir oyuncusunuz ama geniş bir çevreniz var. Hoş bir hatunsunuz da. O yüzden etrafınızdaki ilgiye alışıksınız. Ancak günün birinde her gün yolunuzun kesiştiği genç bir adam sizi evinizde alıkoyarak zorla hapsetmeye kalktığında tepki gösterebilirsiniz tabi.
Hele ki bu genç adam size aşık olduğu için böylesine tuhaf bir yöntemle sizi de kendisine aşık etmeye kalktığını öğrendiğinizde hayatınız allak bullak olacaktır. Özellikle iddia ettiği gibi bir gün gerçekten ona aşık olduğununuzu fark ettiğinizde.
Ya da bir delikanlısınız, annenizi kaybetmişsiniz ve hiç tanımadığınız babanızı arıyorsunuz. Genç bir rahibe ile tanışıyorsunuz, kızcağız babanızın çocuğuna hamile. Bu arada babanızın ise bir transseksüel olduğunu öğreniyorsunuz. Bu da hayatınızın önemli bir değişim noktası olurdu herhalde.
Hayat Almadovar'ın bu yaklaşımındaki kadar çeşitlemeli değil diye karşı çıkabilirsiniz. Ama üçüncü sayfa haberlerine karşı bağışıklık kazanmış bünyelerin İspanyol yönetmenin önümüze serdiği tuhaf hayat çeşitlemelerinden de nasibini almışlarımız vardır mutlaka.
Bir gün hayata hisleri, sinirleri, ve yaşam faliyetleri bile olmayan bir bilgisayar gibi bakmaya başlayabilirsiniz. Günlük koşturmanızın tıpkı bir banka reklamındaki gibi ev ve iş arasındaki gibi gel-gitlerin ötesine geçmediği o tempoda kaybolmuş olabilirsiniz. Sonra başınızı kaldırdığınızda bir bakarsınız ki en yakın ve dost sandığınız insanlar sizi gözden çıkarmış ve hatta arkanızdan kuyunuzu kazmak üzereler.
Uzun zamandır insan gibi hissetmeyi unuttuğunuz için aklınıza gelen ilk şey onlar davranmadan sizin onlara karşı atakta bulunmanızdır. Bu empatiyle yaklaştığınızda bir uzay gemisindeki bilgisayar olan HAL'e yakınlık duymanız kaçınılmazdır.
Bir dağ otelinde sezon dışı bekçilik yapmanın içinizde kıstırılmış canavarı uyandırması gibi cinnete sarmanıza da gerek yok. Tıpkı Kubrick filmlerinin hepsinde olduğu gibi dışarıda ne tür delilikler olursa olsun hayat sizin için o ağır ve uzun bakışların temposunda, çoğu zaman derin sessizliklerle de anlam kazanıyor olabilir.
Bir tek bakış ve uzun bir sessizlik özetiyle süren bir gidiştir belki de sizin hayatınız.
Ya da belki de herşey çok fazla mantıklıdır ve kabul edilmiştir ki siz artık bu düzeni farklı bir bakış açısıyla görmeye başlamışsınızdır. Bir gün sahip olduğu herşeyden ve herkesten vazgeçip kendini uzaklara kaçıran bir insana dönüşmek en çok arzu ettiğiniz çabadır. Sizden başka herkesin yadırgayacağı ama yılmayacağınız ciddi değişimi kovalıyorsunuzdur. Bir sabah kalktığınızda hayat eski kurulu düzeninizden bambaşka bir boyuttadır. İşte o zaman David Lynch size hayatınızın en anlamlı film karelerini sunuyor demektir.
Tüm bu belkilerin üzerine gelecek asıl soru da yazının başlığında aslında. Yaşlar ilerler, mekanlar ve insanlar değişirken kontrolün hala kendinizde olduğuna emin misiniz ? Aldığınız kararlar, yaptığınız seçimler gerçekten size mi ait ? Sizi siz olarak nitelendiren özelliklerin gerçekte kaçı içinizden gelen doğal tepkiler kaçı da dışarıdan gelen etkilerle şekillenmiştir ?
Hangi yönetmenin ekolüne kapılıp gidiyor olabiliriz ki hayat dediğimiz bu şeyin içinde konumumuz şu anki haliyle belirlenmiştir ?
Hele ki bu genç adam size aşık olduğu için böylesine tuhaf bir yöntemle sizi de kendisine aşık etmeye kalktığını öğrendiğinizde hayatınız allak bullak olacaktır. Özellikle iddia ettiği gibi bir gün gerçekten ona aşık olduğununuzu fark ettiğinizde.
Ya da bir delikanlısınız, annenizi kaybetmişsiniz ve hiç tanımadığınız babanızı arıyorsunuz. Genç bir rahibe ile tanışıyorsunuz, kızcağız babanızın çocuğuna hamile. Bu arada babanızın ise bir transseksüel olduğunu öğreniyorsunuz. Bu da hayatınızın önemli bir değişim noktası olurdu herhalde.
Hayat Almadovar'ın bu yaklaşımındaki kadar çeşitlemeli değil diye karşı çıkabilirsiniz. Ama üçüncü sayfa haberlerine karşı bağışıklık kazanmış bünyelerin İspanyol yönetmenin önümüze serdiği tuhaf hayat çeşitlemelerinden de nasibini almışlarımız vardır mutlaka.
Bir gün hayata hisleri, sinirleri, ve yaşam faliyetleri bile olmayan bir bilgisayar gibi bakmaya başlayabilirsiniz. Günlük koşturmanızın tıpkı bir banka reklamındaki gibi ev ve iş arasındaki gibi gel-gitlerin ötesine geçmediği o tempoda kaybolmuş olabilirsiniz. Sonra başınızı kaldırdığınızda bir bakarsınız ki en yakın ve dost sandığınız insanlar sizi gözden çıkarmış ve hatta arkanızdan kuyunuzu kazmak üzereler.
Uzun zamandır insan gibi hissetmeyi unuttuğunuz için aklınıza gelen ilk şey onlar davranmadan sizin onlara karşı atakta bulunmanızdır. Bu empatiyle yaklaştığınızda bir uzay gemisindeki bilgisayar olan HAL'e yakınlık duymanız kaçınılmazdır.
Bir dağ otelinde sezon dışı bekçilik yapmanın içinizde kıstırılmış canavarı uyandırması gibi cinnete sarmanıza da gerek yok. Tıpkı Kubrick filmlerinin hepsinde olduğu gibi dışarıda ne tür delilikler olursa olsun hayat sizin için o ağır ve uzun bakışların temposunda, çoğu zaman derin sessizliklerle de anlam kazanıyor olabilir.
Bir tek bakış ve uzun bir sessizlik özetiyle süren bir gidiştir belki de sizin hayatınız.
Ya da belki de herşey çok fazla mantıklıdır ve kabul edilmiştir ki siz artık bu düzeni farklı bir bakış açısıyla görmeye başlamışsınızdır. Bir gün sahip olduğu herşeyden ve herkesten vazgeçip kendini uzaklara kaçıran bir insana dönüşmek en çok arzu ettiğiniz çabadır. Sizden başka herkesin yadırgayacağı ama yılmayacağınız ciddi değişimi kovalıyorsunuzdur. Bir sabah kalktığınızda hayat eski kurulu düzeninizden bambaşka bir boyuttadır. İşte o zaman David Lynch size hayatınızın en anlamlı film karelerini sunuyor demektir.
Tüm bu belkilerin üzerine gelecek asıl soru da yazının başlığında aslında. Yaşlar ilerler, mekanlar ve insanlar değişirken kontrolün hala kendinizde olduğuna emin misiniz ? Aldığınız kararlar, yaptığınız seçimler gerçekten size mi ait ? Sizi siz olarak nitelendiren özelliklerin gerçekte kaçı içinizden gelen doğal tepkiler kaçı da dışarıdan gelen etkilerle şekillenmiştir ?
Hangi yönetmenin ekolüne kapılıp gidiyor olabiliriz ki hayat dediğimiz bu şeyin içinde konumumuz şu anki haliyle belirlenmiştir ?
4 yorum:
cevap veremedim ama olabilir kutucuğunu tıkladım.
uyumsuz, bizim anne ve babalarımız felan birmidir diye çok düşünüyorum zaman zaman:)))
bu kadar benzerlik olur.
Creep sanmam, biz hiç Göztepe'te oturmadık :P
"Sizin hayatınızın yöneteni kim ?" adlı yazının Habertürk gazetesinin 20. sayfasında bulunan blog gölümünde yayınlanmış tebrik ederim. 10 ekim sayısı
Yorum Gönder