28 Eylül 2010 Salı

Bir sözcük iki anlam

Modern sözcüğü dilimizde yeniyi ve yenilikçi gibi manaları çağrıştıran anlamlarla kullanılıyor. " Modern kadın kendi hayatıyla ilgili tüm kararlarda özgürdür..", " Modern binalarda artık alaturka tuvalete rastlanmıyor." gibi..

Oysa İngilizcedeki aynı sözcük "günümüz" manasında kullanılıyor.

Yani " Günümüz kadını kendi hayatıyla ilgili tüm kararlarda özgürdür." ya da " Günümüz binalarında alaturka tuvalete rastlanmıyor." gibi..

Evet..Anlam olarak cuk oturdu ama Türkiye'de bugün bu cümleler ne kadar geçerliliğe sahip acaba, işte orada bir anlam karmaşası var sanırım..

Bir sözcüğü başka dilden Türkçe'ye çevirirken alt anlamları da tekrar gözden geçirmek şart.

Çünkü belli ki, ülkenin gidişatını hepimiz benimsemiş durumdayız artık...

20 Eylül 2010 Pazartesi

İlişki ve duvar bağlantısı

Aslında ilişkiler ve insanların ilişki ihtiyacının tanımı çok basit. Herşey yaslanacak bir duvar arayışıyla alakalı.

İki insanın arasındaki ilişki bir duvar oluşturuyor. Destek duvarı, dayanma duvarı gibi. İnsan gençken ya da çocukken sağlam bir bedene sahip. O yüzden kolay yorulmuyor ve yaslanacak duvar aramıyor kendine. Azıcık yorulsa karşısına çıkan ilk duvara dayanıyor, dinleniyor ve içi kaynadığından oyalanmadan o duvarı arkasında bırakıp yoluna devam ediyor.

Genç yaştaki evliliklerin ya da ciddi ilişkilerin uzun süreli olmamasının temel nedeni bu işte.

İlişkilere göre duvarın da çeşitleri oluyor. Mesela fedakarlığın tek tarafa kaydığı ilişkilerde duvar da o kişinin omuzlarına doğru ağırlık yapıyor. Ya da ilişkinin fiziksel ya da ruhsal tahribata yol açtığı ilişkilerdeki duvar dikenli tellerle çevrili oluyor. Kişi duvara yani ilişkisine yaslandıkça canı yanıyor.

Bir de biten ilişkilerdeki duvar garantisi var. Mesela bir başkası uğruna biten ilişkilerde kadın ya da erkek ancak yaslanacak daha iyi duvar bulduğunda eski ilişkisinden vazgeçiyor. Eğer ortada yaslanacak bir duvar yoksa kişi tek başına ayakta yorulmadan çok fazla dayanamayacağı için yine eski ilişkisine kayabiliyor.

Benim en favori duvarım etten olanlar. Yani bu iki kişinin birbirine tam destek, tem güven ve tam sevgi üçlemesiyle bağlı olduğu ilişki türünün oluşturduğu duvar.

İki kişi ayakta sırt sırta birbirine yaslanmış duruyor. Biri yorulunca ağırlığını diğerine yaslıyor sonra sıra eşine geldiğinde bu sefer öbürü sevgilisini sırtında taşıyor. Her iki tarafda büyük emek harcıyor ama her antrenmanlı atlet gibi ikisinin de sırtları bu ilişkiyi taşıyacak gücü gün be gün arttırabiliyor.

Geçen zamanla da yıkılmaz bir etten duvar oluşuyor.

18 Eylül 2010 Cumartesi

Silkinmek

" Hiçbir şeye üzülmemek gerek, çünkü hayat çok kısa." dedi arkadaşım. Otuzüç yaşında ve bir seneden uzun süredir kanser tedavisi görüyor. Bu hastalığın her aşamasında her sıkıntıyı yaşamış ve olgunlaşmış biri.

Bana söylemek istediği; kafana hiçbirşeyi takma değil, kafamı rahat bırakmayan şeylerden bir an önce uzak durmak gerektiği. Çünkü o haklı. Yaşarken birçok saçma sapan ıvır zıvırın bizi sıkmasına izin verip sürekli sızlanarak geçiriyoruz günleri.

Savaşmak yerine ağlanıyoruz.

Uzaklaşmak yerine durmaksızın sızlanıyoruz.

Yetmiyor, bir araya gelip hangimizin sorunu hangimizinkini döver diye yarışa giriyoruz.


Arada durup silkinmek gerek. Etrafa daha dikkatli bakmak... Hayat bize sadece başkalarının başına geldiğini sandığımız belaları sarmadan önce ayılmak gerek..

14 Eylül 2010 Salı

Berbat şarkılar geçidi

Yılbaşında bizim evde arkadaşlarımızla toplanmıştık. Öncesinde gece boyu dinlemek için bir iki hafta boyunca kendimce müzik listeleri oluşturmuştum. 2010'a giriyoruz diye 80'lerin, 90'ların ve 2000'lerin en iyi parçalarını harmanlamaya giriştim bir heves.

80lerden parçalar seçerken adeta coştum. 90larda ise kendimi kaybettim. 2000lere geldiğimde de duvara tosladım.


Sanki son on yılda hiç radyo dinlememiş, hiç müzik dergisi okumamış gibi kopmuşum müzikten. Ya da bir nevi kötü müziği o kadar benimsemişim ki kulağımdan giren tınılar diğer kulağımdan çıkıp gitmiş.

Oysa 80lerde ve 90larda türeyen kötü şarkılar benim için adeta işkenceydi. Kolay kolay da kaçamıyordunuz çünkü neden ve nasıl bu kadar sevildiklerini anlam veremediğim bu şarkılar, sürekli her yerde beni kovalıyordu !


Gerçi o zamanın kötülerini 2000'lerdekilerle kıyaslandığında her birinin deha örneği olduğunu da kabul etmem gerek. Ama bu bile hepsini lanetle anmama engel olamıyor.

İşte benim berbat şarkılar listem.

1- Mory Kante "Yeke Yeke" Tüm zamanların en kabus şarkısıdır bu benim için. O incecik tiz ses, arkasına hız motoru takılmış korkunç bir Afrika melodisi ve ortaya çıkan manasız koca bir nota yığını. Dans parçası desen, dans etmek için tutturacak ritm yok. Küfür mü şarkı mı hiç belli değil. Buna karşın herkes öyle bir sevdi ki, Okulda, serviste, televizyonda her yerde eziyet gibi çaldı da durdu aylarca. Bana kalırsa Afrika'nın yüz karası bir lekedir bu şarkı !!
Kalbine güvenen
buradan denesin.


2- Bryan Adams "Everything I do ( I do it for you ) " Aslında idare eder nitelikte bir parça. Hatta ağlak sözleri, bayık melodisi olmasa Bryan Adams'ın görkemli dönüşü bile sayılabilir. Kevin Costner'dan nasıl Robin Hood olurmuş gelin görün şişirmesi yüzünden sanki yüzyılın romantik keşfiymiş gibi her yerde sömürülürcesine o kadar çok çalındı ki fena halde kabak tadı verdi. Daha 90larda bile kusma raddesine getirmişti bu şarkı beni, şimdi bile duyunca dayanamıyorum. Zaten duyguları olabildiğince basitleştirilmiş sözler yetmezmiş gibi, erkek vokal şarkıyı gözümde İngilizce bir arabesk çıktısı haline getiriyor.
Aşka gelmek isteyen buradan dinlesin.

3- Az Yet " Last Night " İtiraf ediyorum, söz konusu müzik olunca fena halde ırkçı olmamada bu beşlinin payı büyük. Düşünün, sevgilinizle özel bir gece geçiriyorsunuz, ertesi gün adam ve dört arkadaşı " Last Night, I was inside of you. Last night I was making love to you." diye size serenad yapıyor. Emimin İngilize bilmeyen bir sürü çift bu şarkıyla düğünlerinde açılış dansı yapmışlardır. Sözlerinden de beteri, şarkı boyunca arkadan gelen zenci uluması şarkıyı benim Çin işkencesi listemde üst seviyelere taşıyor.
Romantizmden korkmayan buradan gelsin

4- Mousse T " Horny " Evet biliyorum, dans parçalarına söz yazmak büyük beceri işi değil. Ama insan dans ederken bile arada sözleri mırıldanmak istiyor. Ve bu şarkıyla tepinirken " Azdım, hem de çok fena azdım !" diye bağırmak hiç işime gelmiyor doğrusu. Normalde dans parçalarının bir diğer güzelliği de etkilerinin saman alevi gücünde olmaları. Ne var ki aa ayıp söz söyledi diye heyecanlanan üç yaş zekası insanlar sayesinde o kadar çok çalındı ki, malesef söyleyeni meçhul ama kendisi pek bir sevilen parçalar listesine girdi bile.
Buyrun buradan dans edin.

5- Kris Kross " Jump Jump" İki veledin iki saniyede üretip bu "şeyi" piyasaya sürdüğünde, tüm dünya bu şarkıyla yıkılırken sanırım ben o gece aynı gezegende değildim. Zira, ergenlikten daha nasibini almamış bebe seslerin jump diye çığırmasından başka hiçbir melodi bulamıyorum ben bu şarkıda. Fakat öylesine bir ritm patlamasıymış ki daha sonra üstüne allama pullama modeli yapıp aynı şarkıyı başkaları bu sefer " Jump Around" diyerek piyasaya sürdü. Üstelik bana yapılan işkencenin açık kanıtıymışcasına bunu yapan grubun adı da House of Pain !
Önce bebeleri buradan bir dinleyin sonra da ağbileri farklı ne katmış buradan bakın. Sonra da bana da bir anlatın, zira ben hala iki parça arasında bir farkı göremiyorum !

1 Eylül 2010 Çarşamba

Erol Taş'ı anlamak

Bir zamanlar televizyondaki herşey gibi yarışma programlarının da kaliteli olduğu bir dönem vardı. Seksenli yılların sonunda TRT'de yayınlanan gene böyle seyredilesi bir yarışma programında görme engelli Hale diye bir kız yarışmıştı. Bilgi yarışmasında her hafta üst üste birinci gelerek bir süre ülkedeki milli kahraman ilan edildi bu kız.

Kimse kız göremiyor diye ona acımıyordu. Tam tersi, kızın akıllı ve bir o kadar da mağrur hali insanları etkilemişti.

Aynı yıllarda Erol Taş'ın ısrarla sadist kötü adamı oynadığı filmler bir hayli canımı sıkıyordu. Köy ağası ya da mafya babası farketmez, adam hangi rolde olursa olsun hep aynı sinir kahkahasını atıp karşısındakileri ezip duruyordu.

Eğlencesine bile olsa içinde Erol Taş'ın olduğu Türk filmlerinden uzak duruyordum.

Son yıllarda ise televizyondaki yozlaşma o kadar alt seviyelere indi ki toplum olarak ahlak değeri de bu senkronizasyonda zorlanmadı.

Güner Ümitlerin, Mehmet Ali Erbillerin sunuculuktan çok kendilerini maymun ettikleri yarışmalara değinmeye gerek bile yok. Her ikisi de zaten kontrolsüz espri güçlerinin kurbanı olup bir gecede kendilerini imha ettiler.

Fakat arabesk anlayışı ve mağdur ratingi hala en çok tutan araçlar. Bunları bir de herhangi bir bilgi veya beceri gerektirmeyen bir formatla harmanlayınca, bu basit yarışmanın bu kadar çok tutması insanı şaşırtmıyor.

Var mısın yok musun'dan bahsediyorum.

Seçme tiplerin para o kutu da mı yoksa bu kutuda mı diye yarışması zaten 0-3 yaş grubuna hitap eden oyunlardan esinlenme, bu belli. Ama olayın yarışmacıdan çıkıp aileye, onların borçlarına, bir zamanlar şöyle iyi olup şimdi böyle kötü olmalarına kadar dayandırılmasına dayanamıyorum.

Hale'yi alkışlayanların bugün oradaki bir tipin işte beşyüz bin yerine teklif edilen doksanbini kabul edip sonra açılan kutudan beşyüzbini kaçırmasıyla kahrolması kadar acınası bir dönüşüm var mıdır acaba ?

Gerçi dönüşüme uğrayan ekrandaki bu duygusallık pompalamasına kananlar değil sadece.

Altı aylık birikmiş kira borcu ve kazanacağı parayla ev alacağını söyleyen yarışmacıya bakıyorum. Tüm stüdyonun birbirine kenetlenerek ona destek verdiği, nefeslerin tutulduğu anın sonunda kutudaki büyük parayı kaçırdığı anı gördüğümde kahkahayı patlatıyorum.

Hayal kırıklığından öte sanki dünyalar başlarına yıkılmış halleri karşısında gözlerimden yaşlar gelerek gülüyorum.

Ağlanıp sızlanan insana çabalayan insandan daha çok değer verildiği düzenle dalga geçiyorum. Reklam değerlerini arttırmak için kendilerini piyon olarak kullandırılmasına izin verenlerin ekrandaki yüzlerine gülüyorum.

Yıllar önce sakındığım Erol Taş oluyorum ve
Nihahahaaooaa ( Youtube örneğinde görüldüğü gibi ) diye ortalığı inlettiğim o pis kahkahanın dayanılmaz hazzını ruhumda yaşıyorum.