Yaşla mı ilgili yoksa hayatın artık insanı getirdiği yerin mi etksi, bilmiyorum ama benim özellikle yeni tanıştığım insanlara karşı anlayış ve sabır seviyem oldukça düştü. Hayır, bahsettiğim önyargı ya da yabancılaşma değil. Sadece yeni tanıştığım insanları yaptıkları iki üç muhabbetle hemen çözüp yargılayarak onlara en düşük notu vermem.
Çünkü artık herkes aynı geyiği yaptığından aynı nakaratları duymaktan sıkıldım gerçekten.
Üniversitedeyken, insanlarla tanıştığımızda hep hangi okulda okuyorsun ? sorusu sorulurdu. Ardından da mutlaka o okulda okuyan bir tanıdığımız olduğu için aa bilmem ne de sizin okulda tanıyor musun ? diye ikinci soru gelirdi. Bir arkadaşım benim şu anki isyan buhranlığına erken kapılmıştı galiba. Bir gün ya yeter ne bu, tanıyorsam ne olacak tanımıyorsam ne olacak nedir ki bu geyik diye söylenmişti. Bu günümüz geyiklerine kıyasla aslında oldukça masum sayılabilecek bir yaklaşım. En azından ortak bir insan bularak karşımızdaki yabancıyla aramızdaki buzları eritiyoruz. Ama otuz yaş sonrası geyikler tahammül becerisini köreltiyor artık.
Cumartesi ya da pazar tanıştığın halde bile hangi iş, aa sizin firma şöyle, sizin genel müdür bu, sizde de insan kaynakları böyle mi şeklinde tamamen iç kıyıcı muhabbet. nedir mesela ? Yahu sen değil misin daha çarşamba gecesinden cuma geldi diye şükreden, nisan ayından yaz tatilleri, yaz ayından bayram tatilleri planı yapan ? Her pazartesi ona buna pazartesi depresyonunun iletilerini gönderen ? Demek ki o kadar da sevişmiyorsun işinle. O zaman ne diye muhabbete işle başlıyorsun ?
Öte yandan iş midir yani bizi şekillendiren ? Yani artık etrafımızda yaşam tarzını belirleyen meslek de kalmadı pek, hani zanatkaar gibi falan. Balet değilsin, seramik hocası değilsin, milli yüzücü değilsin, ee yani sabahtan akşama ofiste oturup günü kurtarmaktan başka hayatına kattığın hiçbir mana yok. O zaman ne diye bunu mevzu bahis yapıyorsun ?
Çünkü hayatlar boş ne yazık ki. Futbol seyredip, arkadaşlarla dışarıda yemek yemek, alışveriş merkezinde dolanıp indirim kovalamak, kuaförde saatler harcamaktan başka bir doluluk yok hayatında. O yüzden de sıkılıyorum artık bu yüzeysel ve boş girişim muhabbetlerinden.
İstiyorum ki gelsin sokakta oyun oynarken izlediği yavru kedileri anlatsın, latin dilleri etkisinden dil bağlantılarından örnekler versin, Kubrick filmlerini kapıştırsın, bahardaki polen alerjisinin nedenlerini anlatsın, insanların onca yıldır inanmakla hata ettiği şehir efsanelerini yıksın, büyükbabasının katılığı Kore savaşı hikayelerini dillendirsin, en son festivalde izlediği filmlerden, konserlerden konuşsun, Pearl Jam neden videoklip yayınlamıyor diye fikir üretsin, 80lerdeki çocukluk anılarını paylaşsın, hadi bilemedim en en kötü Lost muhabbeti yapsın, House konuşsun, CSI desin, Elif Şafak'ın Aşk'tan önceki kitaplarını okumuş olsun.
Yani moron bir hayatı olmadığını ortaya koysun ve ben-biz-siz muhabbeti olmayan, etrafındaki hayata dair birşeyler konuşsun istiyorum. Bunu beceremeyen herkesi ukalaca hor görmeye devam edeceğim malesef. Madem hayat önüme hep banalleri sunuyor, ben de hiç değilse onlarla eğlenerek kendi keyfimi sürdürüreyim yahu, yeter artık !
Çünkü artık herkes aynı geyiği yaptığından aynı nakaratları duymaktan sıkıldım gerçekten.
Üniversitedeyken, insanlarla tanıştığımızda hep hangi okulda okuyorsun ? sorusu sorulurdu. Ardından da mutlaka o okulda okuyan bir tanıdığımız olduğu için aa bilmem ne de sizin okulda tanıyor musun ? diye ikinci soru gelirdi. Bir arkadaşım benim şu anki isyan buhranlığına erken kapılmıştı galiba. Bir gün ya yeter ne bu, tanıyorsam ne olacak tanımıyorsam ne olacak nedir ki bu geyik diye söylenmişti. Bu günümüz geyiklerine kıyasla aslında oldukça masum sayılabilecek bir yaklaşım. En azından ortak bir insan bularak karşımızdaki yabancıyla aramızdaki buzları eritiyoruz. Ama otuz yaş sonrası geyikler tahammül becerisini köreltiyor artık.
Cumartesi ya da pazar tanıştığın halde bile hangi iş, aa sizin firma şöyle, sizin genel müdür bu, sizde de insan kaynakları böyle mi şeklinde tamamen iç kıyıcı muhabbet. nedir mesela ? Yahu sen değil misin daha çarşamba gecesinden cuma geldi diye şükreden, nisan ayından yaz tatilleri, yaz ayından bayram tatilleri planı yapan ? Her pazartesi ona buna pazartesi depresyonunun iletilerini gönderen ? Demek ki o kadar da sevişmiyorsun işinle. O zaman ne diye muhabbete işle başlıyorsun ?
Öte yandan iş midir yani bizi şekillendiren ? Yani artık etrafımızda yaşam tarzını belirleyen meslek de kalmadı pek, hani zanatkaar gibi falan. Balet değilsin, seramik hocası değilsin, milli yüzücü değilsin, ee yani sabahtan akşama ofiste oturup günü kurtarmaktan başka hayatına kattığın hiçbir mana yok. O zaman ne diye bunu mevzu bahis yapıyorsun ?
Çünkü hayatlar boş ne yazık ki. Futbol seyredip, arkadaşlarla dışarıda yemek yemek, alışveriş merkezinde dolanıp indirim kovalamak, kuaförde saatler harcamaktan başka bir doluluk yok hayatında. O yüzden de sıkılıyorum artık bu yüzeysel ve boş girişim muhabbetlerinden.
İstiyorum ki gelsin sokakta oyun oynarken izlediği yavru kedileri anlatsın, latin dilleri etkisinden dil bağlantılarından örnekler versin, Kubrick filmlerini kapıştırsın, bahardaki polen alerjisinin nedenlerini anlatsın, insanların onca yıldır inanmakla hata ettiği şehir efsanelerini yıksın, büyükbabasının katılığı Kore savaşı hikayelerini dillendirsin, en son festivalde izlediği filmlerden, konserlerden konuşsun, Pearl Jam neden videoklip yayınlamıyor diye fikir üretsin, 80lerdeki çocukluk anılarını paylaşsın, hadi bilemedim en en kötü Lost muhabbeti yapsın, House konuşsun, CSI desin, Elif Şafak'ın Aşk'tan önceki kitaplarını okumuş olsun.
Yani moron bir hayatı olmadığını ortaya koysun ve ben-biz-siz muhabbeti olmayan, etrafındaki hayata dair birşeyler konuşsun istiyorum. Bunu beceremeyen herkesi ukalaca hor görmeye devam edeceğim malesef. Madem hayat önüme hep banalleri sunuyor, ben de hiç değilse onlarla eğlenerek kendi keyfimi sürdürüreyim yahu, yeter artık !
13 yorum:
seninle bir olsak stanley kubrick filmlerini kapıştırırdık.
valla ya! bi de sen bu konulardan sohbet açmaya çalışınca mal mal bakıyorlar, akabinde ortama uzun ve boğucu bi sessizlik geliyor. üstüne de yine yıllanmış bi klasik:
- kız doğdu!
ben de diyorum ki:
- ananı...
tövbe tövbeee...
çok şey bekliyorsun:)
Ya Uyumsuz'cuum ya sen de abarttin ama. Insanın "Benimle Yeni Tanışanlar İçin Ayak Üstü Sohbet Standartları" olmaz ki ya.
Attila işin acı tarafı aynen onu istiyorum. Çünkü insanlar biraz standartlarını yükseltsinler artık, tüketim yaşamında kapılıp gitmesinler biraz da çevrelerinde olan bitene, dünya gerçeklerine ilgi duysunlar ve bunu konuşsunlar istiyorum. Beceremeyen gelmesin, uzak dursun, yoksa döverim :)
pssst, sayın yüksek standartlar enstitüsü, nazım hikmet kültür merkezi'nde yılmaz güney filmleri izlemeye gidelim mi? öbür cadıları da alırız.
Ne zaman ? Bir de o kültür merkezi nerede :)) Ben Dudullu varoşlarında artık medeniyet denen şehir merkezine uzak kaldığım için haberim yok yaw hiçbirşeyden :((
kadıköy'de ya, çok merkezi. dur hepinize bir mail atayım ben, programı da gönderirim. ben de hiç gitmedim ama bahçesine bir bakalım. güzelse kulüp toplantılarından birini de orada yapabilirsiniz belki.
yippiiiiiyyyy sanatsal faaliyet yapıyoruz hem de en bir güzellerinden!! :)
ben hepsine varımdır - kesinlikle hem de!
yahu gezme tozma heyecanıyla yazıya değinmeden lapin gibi atlama terbiyesizliğim hoşgörülürse, yazının kendisiyle ilgili "altına imzamı atarım" klişesini yapmak için yanıp tutuşuyorum ama uyumsuz senden çok korkuyorum :P
yüksek standart iyidir... zihni keskin tutar.
Aa windycim ne demek, sana en okkalı imza köşesini ayırdım şekerim :)
ÇATIRRRRRTTTTTTTT!
ah ah.. kanayan yaramız. keşke iş hayatını bırakıp daglara kaçabilsek. ol dedikleri insan olmak zorunda olmasak... ama dünya böyle. hepimiz bir fabrikadan üretilmiş gibi yaşamaya devam edecegiz, çocuklarımız da edecek, torunlarımız da :(
Yorum Gönder