30 Aralık 2008 Salı
26 Aralık 2008 Cuma
Varsa bilen buraya gelsin
Ben bu adamın kitaplarını okuduktan sonra gözümün önüne şöyle bir sahne geliyor. Bir konu buluyor hafif fantastik ama sonunu bir türlü bağlayamıyor. Bir yere varacak diye beklerken bakıyorsunuz lafları sürekli eylemlerle uzatıp birbirini tekrarlıyor. Sonra da hikaye bir anda sanki orada film şeridi kopmuş gibi bitiveriyor. Yayınevine de " Bakın basılabilecek kadar kalınlığa erişti artık basabiliriz." diye teslim ediyor.
Sizce Paul Auster New York'ta değil de Macaristan ya da Sri Lanka'da doğup büyümüş sonra da aynı yolu izlemiş olsa yazarlık mertebesine erişebilir ve tüm kitapları bilmem kaç dile çevrilebilir miydi ? Anlamış değilim.
21 Aralık 2008 Pazar
Ben bunu her yil yapiyorum
18 Aralık 2008 Perşembe
Yılın "Uçan Tekme" adayım
16 Aralık 2008 Salı
Başka gezegene ait diyaloglar
10 Aralık 2008 Çarşamba
Nerede o eski eylemler ?
Bizde saat başı değişen gündemi düşününce bu tip eylemleri hayal etmek bile yorucu geliyor olmalı, yoksa neden bizde de bu tip sivil insayatif olmasın ki, di mi ?
Anne ve babalarımızın katıldığı 60lardaki üniversite yürüyüşleri kadar eskilere gitmeye de gerek yok.
Mesela bir zamanlar daha yeni yeni tanıştığımız özel radyolar kapatıldığı için arabalarımızın antenelerine siyah kurdele bağlayarak bu durumu protesto etmiştik. O zamanlar internet olmadığı halde etrafta siyah kurdelesi dalgalanan araçlar her geçen gün artarak çoğalmıştı. Çok değil, bir kaç ay sonra başbakan seçilen Tansu Çiller bu tepkileri görmemiş olsa ilk iş olarak özel radyoları serbest bırakmazdı kuşkusuz.
Ardından hem eğlenerek hem de süresini uzatarak yaptığımız Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık Eylemleri geldi. Susurluk rezaletine tepki diye başlayan eylem önce akşamları saat 9'da sadece bir dakika boyunca ışıklarımızı söndürme eylemleri olarak başladı ama sonra o zamanki Refah-Yol hükümetinin bu sivil tepkiye talihsiz yorumları üzerine iyice şiddetlendi. Işıklar sessizce sönmekten ışık açma ve kapama eylemine, tencereli, düdüklü, ıslıklı çok sesli koroya kadar oldukça gürültülü bir hal aldı. Çok değil, 11 yıl önceydi ve o şubat ayında yaşananları hala çok net hatırlıyorum.
Akşam yemeğini sakince yiyen sonra tam mevye saatinde aynı anda coşan insanların acayip yaratıcılıklarını kattığı bir hal alıyordu o saat. Bizim arka apartmanın büyük bir bahçe ışığı vardı, adamlar onu bile kapatırlardı. Bir de bizim mahallede biri eylem saatinde " Susma sustukça sıra sana gelecek" ritmini oldukça kötü bir şekilde flütle çalıyordu ki o kadar kopan gürültüde o komik sesi ayırmak hiç zor olmuyordu. Bizim kedi çıkan gürültüde panikle nerden nereye kaçacağını şaşırırken annem elinde düdük mahalleyi inletiyordu. Mahallenin dışına çıktığımda etraftaki yüksek apartmanların diskovari bir şenlikte ışıl ışıl yanıp sönmelerini izlemek bile büyük keyifti ve bu eylemin ülkenin her yerinde yapıldığına şahit olmak gerçekten hoşuma gidiyordu.
Bazıları evet o kadar tepindik, elektrik idaresinin trofalarını patlattık da ne oldu sanki diyebilir tabi. Ancak şunu unutmamak gerekir ki Sincan'dan tankların " demokrasi ayarı" adına turladığı bir dönemde biz bu sivil tepkiyi ortaya koymasaydık aynı yıl başbabakan Erbakan istifasını cumhurbaşkanına değil muhtemelen bir gece yarısı kapısını çalacak askere sunmak zorunda kalacaktı.
Sivil toplum hareketleri her zaman elinde bayrak ya da pankart sokaklara çıkmak, bir mayıslarda olduğu gibi ortalığı birbirine katmak anlmına gelmeden de olabiliyor. Bugünlerde bir türlü de bitmeyen aptal bir " Kırmızı giy kalbini koru" reklam kampanyasını gördükçe bu mudur yani kalp hastalıklarına olan tepkimiz diye söylenerek geçiyorum. Ya da telefekrik sırasını alan bakana kızan kadının haberini sanki söz konusu olan bakan değil de yüce bir varlıkmış gibi manşetten veren gazetelere saydırıyorum. Ve komşudaki ayaklanmaları yakından takip ediyorum. Halk iradesinin tepeye çıkardıklarını isterlerse nasıl da güzel indirebileceklerini bize tekrar hatırlattıkları için.
27 Kasım 2008 Perşembe
Korku sinemasının anatomisi
24 Kasım 2008 Pazartesi
İçinde Johnny Depp olmayan bir korsan filmi
13 Kasım 2008 Perşembe
Orada bir köy var uzakta
7 Kasım 2008 Cuma
Dünyanın sonu geldi mi, geliyor mu ?
Kasım ayını günlük gülistanlık hale getiren bir başka gelişme de yoksa gerçekten olur mu acaba denen şeyin gerçeklemiş olması. Yani ABD seçimlerini Obama'nın alması. Bırakın başka renkten başkan ihtimalini, bugüne kadar soyu İrlanda'ya dayanmamış adayların yarıştığı bile görülmemişti son finalde. Ama silkinip kendimize gelince, aslında görüyoruz ki seçimlere Afrika kökenli bir başkan adayının girmesi bugüne kadar onların hiç ilgisini çekmeyen bir kısım seçmen kitlesini de oy vermeye itti. Meksikalısı, Afrikalısı, eşcinseli; kısaca tipik beyinsiz orta-batı Amerikalı profilinden tamamen uzak ne kadar kesim varsa muhtemelen hayatlarında ilk kez oy verdi bu seçimlerde. Yine de az bir farkla bu başarıyı yakaladılar ya olsun, o da iyidir.
( Bakınız tepede orta-batı yine cumhuriyetçiler yönünden esmiş geçmiş aslında)
Amerika'nın başkanı artık bir zenci, dünyanın sonu mu geliyor dediğim şey biraz da burada kırılıyor. Sevgili Morrrissey'in " America is not the world " sarkisinda da dedigi gibi, özgürlükler ülkesi olabilir ama nedense başkanı hiç kadın, zenci ya da eşcinsel olmaz söylemi hala geçerli bence. Sonuçta Obama aslında yarı beyaz ve gençliğinin önemli bir kısmı beyaz anneannesinin yanında ve çevresinde geçmiş. Yani pek de öyle arka sokaklardan gelip hayat mücadelesi vermiş bilindik o zencilerden değil kendisi. Yüzde elli de bir adımdır, yüzde elli zenci seçen bir sonraki sefer yüzde elli kızılderili bile seçer diye mi umutlanalım yani ?
Yok valla, ben yahudi asıllı eşcinsel bir zenci başkan seçilene kadar Amerika değişiyor demem. Ne mutlu ki dünyanın da sonu hala gelmemiş. Havalar da kasım ayına yaraşır karamsar gri soğuğuna kavuşur yakında nasıl olsa !
5 Kasım 2008 Çarşamba
Çuvaldız
30 Ekim 2008 Perşembe
Pepper Democracy
Sonunda var olmayan albümden bile kazanç sağlamayı akıl eden Amerikan pazarlama zekası duruma el koydu. Dr. Pepper isimli Amerikan içecek firması eğer Axl ve gülleri yıl sonuna kadar albümü yayınlarlarsa ülkede yaşayan herkese bir adet bedava içecek vereceğini açıkladı.Bir tek Slash hariç :)
29 Ekim 2008 Çarşamba
Ihanet ve bilime dair kisa bir dedikodu
Cunku sevdigi kadini kaptirdigi diger adam Gosta Mittag Leffler basarili bir matematikciydi. Ve onlar muradlarina erdikleri icin bugun hicbir matematikci, Nobel odulu kazanan bir kimyaci ya da fizikci kadar alaninin disinda taninamiyor.
27 Ekim 2008 Pazartesi
Ne bu şimdi ?
18 Ekim 2008 Cumartesi
Okurun ukalası
15 Ekim 2008 Çarşamba
Fakirlik utancımdır
Aklımı sağlam tutmak için yağmurlu gecelerde uyumak için yattığımda düşünmemeye çalışıyorum o anda bu soğuk havaya hiç de gönüllü olmadan maruz kalanları..
Ve yine delirip seri katile dönüşmemek için ramazan bahanesiyle gösteri yapıp fakir mahallelerde insanlığa aykırı erzak dağıtanların haberlerini es geçiyorum..
" Müslüman ülkede sokak çocuğu olmamalı." diyen hocayı içim sızlayarak onaylıyorum. Bırak sokak çocuğunu dünyada çocuk ölümlerinin en fazla olduğu ülkeler sıralamasında müslüman ülkelerin başını çektiğini hatırlamak bile utandırıyor insanı. " Sen tokken komşun açsa bu uygun değildir." diye sana söylemi olan bir dine inanıyorsan hele !
" Dünya barışı istiyorum." sözü dalga geçilen güzellik yarışması kilişelerinden olsa da bunun aslında dünyadaki açlığa ve ekonomik haksızlığa tek çare olduğunu da göz ardı etmemek gerek.
"We're The World" şarkısını söyleyenlerin tüm dünyada 2 milyar dolar toplayıp açlık sınırındaki Afrika ülkelerine yardım edildiği aynı yıl başta ABD olmak üzere birçok ülkenin aynı fakir ülkere 700 milyar dolarlık silah sattığını da bilmek gerek.
Darfur'u akıldan hiç çıkarmamak..
Gaziantep'te bitşampuanı bile bulamayan Sokak Çocukları Derneklerini unutmamak..
Ortaklaşa giydikleri ayakkabıyı teslim etmek için son derse girmeyen sabahçı kardeşin eve gidip öğlenci ablasına ayakkabısını teslim ettiği çocuklarla aynı ülkede yaşadığımızı öğrenmek gerek..
Sizin çöpünüzün bir başkasının hazinesi olduğunu da..
24 Eylül 2008 Çarşamba
Işınla beni Scotty !
12 Eylül 2008 Cuma
REM Bayrami
Öncelikle Türkiye'de geniş kitleli konser izlemek başlı başına etkiliyeci bir olay. Trafikte, marketlerde bazen yığınlar halinde sizi delirtebilen Türk insanı, o konser alanında izlemeye geldikleri grupla ahenk içine tüm şarkılarda gruba eşlik ederken daha önce görülmemiş bir uyum olustururlar. Zaten bu yüzden de ilk kez konsere gelen gruplar bu ilgi ve beğeni karşısında yaşadıkları ego tatmini yüzünden Türkiye'yi bir sonraki turne listelerine eklemeden edemiyorlar. Ama siz sakin REM bir daha gelir o zaman giderim demeyin tabi :P
Freddy Mercuy ve Kurt Cobain sonrasi hayatımda hiç bir zaman Queen ve Nirvana konseri izleyemecek olmamın acı yüzleşmesini adamlar henüz hayattayken REM ile telafi edebilmek. Zira solist Mike Stipe hastalık derecesindeki zayıflığı yüzünden yıllardır ha öldü ölecek diye bekliyorum.
Ve REM`i diger bir suru gruptan ayiran onemli ayrintilar:
Seksenlerin basindan bu yana yaptilari muzigi cagin getirdi modernlikle kendilerinden degil sadece tarzlarindan odun vererek gene de cok iyi isler cikaran bir grup olmalari.
Losing My Religion sonrasi kendi kitlelerini asarak genel bir popularizm patlamasi yaratmis olmalarina karsin bunu goz ardi ederek kendi cizgilerinde yol almaya devam etmis olmalari.
Cok sik album cikarmalarina karsin kaliteyi bozmamalari.
Goz boyuyan sahne gosterileri, savunduklari politik ya da sosyal gorusleri Bono gibi milletin gozune sokmadan aktivist duruslari, hicbirinin yakisikli, hatta karizmatik olmamasi ve hatta ozel hayatlari hakkinda en ufak bir bilgimizi olmamasi..
Kisaca sadece yaptiklari ve bu yuzden de inandiklari muzikle on planda olmalari..
O yuzden gidilesi bir konser olacak, 4 ekim cumartesi siz de orada olun..
Yeni baslayanlar icin indirilmesi kacinilmaz REM parcalari:
- Man On The Moon
- Leaving New York
- Drive
- Sweetness Follows
- The One I Love
20 Ağustos 2008 Çarşamba
Şehre müzik grubu gelmiş
Odama kapanıp bunları dinlediğim o ilk gençlik yılları boyunca yaşamak istediğim şehir de aynen böyleydi.
Bu yine daha sakin gözüküyor..
30 Temmuz 2008 Çarşamba
Açılın Çinliler geliyor !
1992 Barcelona Oyunları'na yılına kadar Soyvet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğini'nin kabak tadı veren ezici üstünlüğünü bile aratabilir bu hırslı Çinliler. Çünkü biz 1993 yılından beri Olimpiyatlara ev sahipliği yapmak için kasarken bu adamlar yeni doğmuş bebeklerini ilerinin Olimpiyat yıldızları yapmak için teker teker elden geçirmeye başlamışlardı. Şimdi o binlerce kişilik üstün atlet ırkıyla yarışmalardaki o heyecanı söndürecek ezici bir üstünlük sağlayacaktır.
1936 Berlin Olimpiyatları Nazilerin arenasıydı ama orada bile ari ırk safsatasını yerle bir eden Jesse Owens'ın Hitler'i stadyumu terk ettirecek başarısı beklenmedik bir yanıt olmuştu.
1968 Mexico'da kürsüdeki siyahların havaya kalkan yumruklarıyla ırkçılağa karşı yarım kalmış yanıtın devamı geldi.
1972 Münih'te kazananlardan çok kaybedenlerin anıldığı Olimpiyatlar oldu. Filistinli teröristlerle gece uykularında basılan İsrail'li atletlerin mücadelesinde her iki taraf da çıkan çatışmada ağır ölümlü bir sonuçla beraber kaldı.
1980 İngiltere hariç hiçbir batılı ülkenin katılmadığı Moskova ise zaten başlı başına bir Komünizm Olimpiyatlarıydı ve dünyada katılımcılardan başka kimsenin ilgi göstermediği bu olimpiyatlar en az anımsanan oyunlar olarak kaldı.
1984 Los Angeles ise bir öncekinin tam tersi kapitalist tepki şeklindeydi.
Ve 1988 Seul'de geldiğinde Olimpiyatlar nihayet ırk, din ve politikanın gölgesinden uzakta ancak bu sefer bir tüp idrarın şöhretiyle anıldı. Kazanan 100 metrede birinci gelen atlet değil doipng testinden temiz çıkan ikinci atlet Lewis oldu.
Dört yıl önce tembel Akdenizli Atina son dakikada yetiştirmesine rağmen Olimpiyatlara iyi bir ev sahipliği yapmıştı. Şimdi bu manyak Çinliler dünyaya meydan okuyan bir Komünizm gösterisinde daha açılış gecesinden başlayacaklar gözlerimizi boyamaya.
Açılış gecesinin hemen ardından sahneye Rumen atletleri silip süpürecek plastik bedenli jimnastikçiler, daha önce hiç havuzda görmediğimiz ışık hızında yüzücüler, hatta neredeyse yüzmetre koşuda karaderililere kafa tutan çekikler çıkacak. Altın madalyaları silip süpürüp, kazara kazanmak zorunda kaldıkları gümüşlerle idare edip bronzları dünyanın geri kalanına bağışlayacaklar.
Depremdir, Tibet'e tepkilerdir, insan haklarını hiçe sayan tutuklular yüzünden aldığı politik baskılardır umursamadan gayet hazır bir şekilde gün sayıyor milyarlık Çin.
Bakalım asıl dünyanın geri kalanı biz bu meydan okumaya ne kadar hazırız, haftaya göreceğiz.
25 Haziran 2008 Çarşamba
Kadın
20 Haziran 2008 Cuma
M. Night Shyamalan
17 Haziran 2008 Salı
Büyüdük, ve biz bunu..
8 Haziran 2008 Pazar
En büyük "Biz" başka büyük yok
Nedenini sorgulamadan bir futbol takımı tutmamız zorunluluğu içinde genelde de üç büyükler denen şu İstanbul takımlarından birini seçtik. Bizim kentin de aynı ligde takımları vardı ama niye o diğer üçten biri diye sormak aklımıza bile gelmedi. Çünkü diğer tüm insanlık üçe bölünmüştü, bizim de dışarıda kalmamamız için bu takımlardan birini seçmemiz lazımdı. Böylece üçe bölündük. Sadece bir seçim yüzünden yine " Biz " olduk ve yıllarca sahaya çıkıp maç yapan ama tanımadığımız bu adamlar yüzünden karşılıklı tartışıp gereksiz sinir krizlerine girdik.
Oturduğumuz mahalle de bir "Biz"'di. Sonradan gelenleri kolay benimsemedik. Mahalleden çıktığımızda semtimiz bile çoğu zaman "Biz" diye yapıştı sırtımıza.
Kentten ayrılıp üç büyüklerin şehrine geldim. Sırtımda okul, futbol takımı, semt ve kent bizleriyle. Başka "Biz"lerle mücadele etmek ait olduğum "Biz"den uzaktayken daha net bir anlam kazandı. Karşıma geçip " Bizim lisede böyleydi, biz böyle yapardık." türünden sürüyle safsata duymaya başladım çoktan üniversiteyi bile bitirmiş olduğumuz halde.
İşin komik yanı çoğu zaman cümlelere "Ben" diye başlayan bu insanların ait oldukları "Biz"'den güç aldıklarını sanarak bu kuralsız ufak topluluklardan medet ummuş olmalarıydı. " Bizde böyle, bu böyle biline" diye sorup sorgulamadan benimsediğin "Biz" kurallarına olan saplantı yüzünden "Ben" ancak cümlelerde sıkışıp kaldı.
"Biz"'e ait olan "Ben"'liğinin kimliğini oluşturmadan "Biz"'e kapılıp gitti çoğu. Kendisi nelerden hoşlanır, nelere illet olur, kimdir onun favorisi diye sorgulamadan çoğunluk neyi benimsediyse o trendi seçmeyi uygun gördüler. Böylece bireysel olamayan, haliyle de kişisel tercihleri çoğunluğunkiyle çakışacak korkusuyla kendi kendini sindirerek zavallı "Ben"lerle bezeli "Biz"ler oluştu.
Yani "Ezik"ler..
3 Haziran 2008 Salı
Uçan Tekmeler Geliyor !
30 Mayıs 2008 Cuma
Kısaca...
"One pill makes you larger. And one pill makes you small.And the ones that mother gives you. Don't do anything at all" Jefforson Airplane - White Rabbit
"Hey you, standing in the roadalways doing what you're told. Can you help me? Hey you, out there beyond the wall. Breaking bottles in the hall. Can you help me? Hey you, don't tell me there's no hope at all. Together we stand, divided we fall." Pink Floyd - Hey You
" Friend is a four letter word. End is the only part of the word." Cake - Friend Is A Four Letter Word
" I know that I was born and I know that I'll die.The in between is mine. " Pearl Jam - I Am Mine