20 Mart 2009 Cuma

Bir MİM ve blog sataşmasına yanıt

Madem öyle işte böyle o zaman.
Komşum Çağdaş beni mimlemiş. Açıkçası ona buna saran biri olarak Mimleneceğim hiç aklıma gelmezdi. Öte yandan egom da okşanmadı değil. Eger bana çizdiği karikatürü iletirse bu yazımın başına hemen ekleyeceğim.
Söz konusu lakaplar olunca her yaş dönemine ait türlü takma ad ve hikayeleri mevcut bende. Ama takma adlarla ilgili bence çok hassas bir durum var. İnsanların takma adları ya kendilerine taktıkları isimler ya da başkalarının onları andığı isimler oluyor. Ve genelde size takılan lakaplar oldukça acımasız oluyorlar.
Mesela ben ortaokul yıllarımda 7 kız arkadaşımla birlikte kurduğumuz kız çetesindeki adımı Casus Joe olarak seçmiştim. Oysa aynı dönemde saç kesimimden dolayı ne yazık ki beni Sarımsak Stefani olarak çağıran acımasızlarca çevrilmiştim. Sonraki yıllarda bu Kuduz bile oldu.
Harcamak eylemini Godzilla'nın Manhattan'ı birbirine katması ile karıştıran sevgili Attila da benim gibi bu lakaplardan nasibini alanlardandır. Mesela bizim ofiste hepimizin çok sevdiği, yaşı biraz geçkin bir çaycı teyzemiz vardır. Özellikle erkeklere " Bey" diye hitap eden bu hanım Attila'ya ısrarla " Atişko" diye seslenir ki ofiste kendisini bu lakapla çağıran bir başkasına ben hiç rastlamadım henüz.
Bir de sürekli verdiği servis hizmetinden dolayı Shuttüla olarak andığımız sevgili acımasız Attilamızın verdiği hizmet o kadar iyidir ki daha hayatında ilk defa gittiği Helsinki'ye ineli bir saat olmadan bütün gün kenti gezip tozmuş bizler için memnuniyetle kenti talan adıp Mcdonalds bulmaktan kendini hiç esirgememiştir.

17 Mart 2009 Salı

Asabilik guzeldir

Ama huy olarak degil ruh hali olarak. Ben en cok benim gibi sakin, kolay patlamalar yasamayan insanlarin sabir terazileri dolunca Hulk gibi donusum yasayip bir anda herseyi dokup yikmalarini severim. Tabi sadece sozel eylemlerle..


Gunun cogunu sinirli, ona buna giren, her an, her aksilige kopuren insanlarin aksine boyle kisa sureli asabilikler yasadigimda gunun sonunda super bir rahatlama coker uzerime. Cunku o sinirle onume gelene degil sadece cogu zaman sabirla kendimi bastirdigim beni icten ice yiyen olaylara sesimi yukseltmisimdir. Her zaman sessiz tepki verdigim anlara sonucunu umursamadan cunku sonucuyla da bas ederim ben bunun cesaretiyle sovup savmisimdir. Gelip ' Ama soyle ama boyle' diye bahanelerle hala hakli oldugunu iddia eden sansizlari ise ' Bana ne !!!!!!!!' kukremesiyle puskurtmusumdur. Ve tum bu ofke kusmasi ve sinir detoksu sirasinda benim sozde sakin kisiligimi bilenler anlayisla ya da umuyorum ki korkuyla seslerini cikarmadan o anin gecmesini beklemislerdir.

Sonra aksam eve gelip hala sinirle yastiga kafayi koyarim ama sabaha herseyden arinmis, tum kizginliklar dinmis, bir onceki gunku halimi hatirlamadan rahat kafayla gune baslarim.

Asabiyet guzeldir, cunku arada sizi de cevrenizdekileri de soyle guzelce bir silkeler, herkesi kendine getirir..

11 Mart 2009 Çarşamba

uydurukçu Darwin

Eveeet, iki asırdır doğru sandığımız bir gerçeğin yalan olduğunu yine büyüklerimiz sayesinde öğrenmiş olduk. Darwin bir yalancıdır; milyonlarca yıllık değişime maruz kalmış gezegenimizde ilk günden bu yana var olan tüm canlılar değişime karşın ayakta kalarak hiç değişmeden aynen süregelmişlerdir.

Güneş de zaten balçıkla sıvanabilecek kadar kıytırık bir güç kaynağıdır.

Hazır 200 yaşındaki bilgine " kapak olmuşken " Galapagos adasını da gidip bombalayalım ki ortalıkta yanıltıcı delil falan kalmasın !

9 Mart 2009 Pazartesi

94.5 Rock FM Rabarba'sı

Oldum olası popüler müzik çalan radyoların sabah programlarını sevmemişimdir. Her on saniyede bir arka fonda gülme efekti yükselen, zorlama espriler ve yabancı kanallardan arak formatlarla insanı işe ya da okula gidene kadar aklınca eğlendirmeye niyetli yarı Amerikan yarı Türk aksanlı DJlerin aşırı suni gösterileridir bunlar.

O yüzden yıllardır işe gidene kadar geçen yaklaşık bir saati Radyo Eksen'in sakin, dingin kimi zaman bilindik alternatif Rock müziğine kendimi teslim etmişimdir. Radyo Eksen'deki reklam kuşakları arasında sık sık geçiş yaptığım Rock FM'deki Rabarba'yı keşfedene kadar bu alışkanlık hiç kırılmadı diyebilirim.

Rabarba'da içerik aslında gayet basit. Mesut Süre isimli genç bir komedyen hafta içi her sabah 7 ile 10 arasında her gün yanına bir başka arkadaşını alarak yapıyor yayınını. Internetten taradığı ilginç haberleri paylaşıyor, arada dinleyicilere bağlanıyor, her gün mutlaka kendi gösterisine ya da bir başka tiyatro oyununa bilet veriyor, komik bir konu belirleyip dinleyicilere bununla ilgili fikir soruyor.

Bulduğu haberler üzerinde o ince zekaya sahip Türk bakış açısı yorumları zaten başlı başına bir olay oluyor.

Örneğin bir sabah, Amerika'da tüpbebek sahibi olmak isteyen beyaz bir çiftin Afrika kökenli bir bebek dünyaya getirmesiyle ilgili haberi okumuşlardı. Haberin ilginçliği kadar kiliniktekilerin aileye, bu bebek şimdi siyah ama büyüdükçe rengi açılacak yorumu üzerine " Nasıl yani, kot mu bu giydikçe açılır, oldu olacak renklilerle de yıkamayın der gibi zencilerle çocuğu yıkmayın, rengi koyulaşır deselermiş bari" diyip üstüne bir de Muhahaha kahkahaları atarlarken ben az kaldı direksyonun hakimiyetini kaybedip yoldan çıkacaktım.


Yayın yönetmenleri Metehan Mert Çakır'ın üstün hafıza yeteneği ile şekillenen ve çoğumuzun çocukluk günlerine hitap eden eskileri konuştukları " Külüstür " ise bir başka macera. Teenage Mutant Ninja Kaplumbağalardan bahsettikleri bir gün karakterleri anlatırken birinin çıkıp " Yahu bu Shreder da ne kompleksli adammış, yüzünü bir fare cırmıkladı diye insan dünyayı ele geçirmeye kalkar mı yahu?" şeklinde kötü karakteri yorumlaması beni yine oldukça eğlendirmişti.

Son zamanlarda ise beni asıl güldüren telefonla bağlananlarla gayet seviyeli ve saygılı konuştuktan sonra karşıdaki telefonu kapatır kapatmaz arayanın arkasından onu çok fena harcamaları oluyor. Kesinlikle dalga geçmiyorlar ama arayanlardaki geyik potansiyelini keşfettikleri anda sahte bir neşeyle günaydınlar güneş sizinle olsun gibi aptalca dilekler sunmak yerine hadi canım hadi güle güle şeklinde yaklaşımları bile yeterince samimi geliyor bana.

Mesut Süre arkadaşlarının sevgilisi olmalı ki dediğim gibi hafta içi beş güne yayılmış beş arkadaşı sabah tam yedide onunla birlikte mikrofonun başında oluyorlar. Poğaça yemek veya uykularını açmak için müzik aralarını uzattıklarını da açıkça itiraf ediyorlar.
Sözlük anlamı biraraya gelmiş insanların çıkardığı uğultu olan Rabarba kısaca bu programın da tanımı diyebilirim. Gerçek rabarba insanda kafa bırakmaz gerçi ama bu da kafadaki herşeyi alıp götürüyor. Ve tıpkı tanıtım jeneriklerinde de dediği gibi aynı parçanın birden fazla çok kereler çalındığı, dağınık ama samimi, en az bir kişinin anlam veremediği bu programa ben de herkes gibi gülüyorum.

5 Mart 2009 Perşembe

Gündeme gönderme

Bir uçak düşünce çıkan sonucun o uçağın hangi ülkeye ait olması, hangi ülkede düşmesi ve uçağın hangi firma tarafından üretilmiş olmasıyla oldukça değişken olabileceğini görmüş olduk.

Boeing tarafından ücretilmiş Türk uçağı Hollanda'da düşüyor ve sonuç şu: Hollanda havaalanının aerodinamik yapısı ve kule yönlendirmesiyle ilgili gelen suçlamaları püskürtüp herşeyi uçaktaki teknik arızaya ve bunu farkemedeğini iddia ettileri merhum pilotlara bağlıyor. Boeing firması teknik arızanın sorumlusu THY yönetimi ve yine pilotlardır diyor. Türkiye Pilotlar Birliği de ikisi deneyimli üç pilotun kullandığı uçağın pilotaj hatası yüzünden düşmüş olamayacağını öne sürüyor.

Burada herhalde biraz da vicdan konuşacak gibime geliyor. Sivil havacılıktan biraz anlayan, uçaklar üzerine fikir sahibi olan herkesin bir uçak düşmesinin tek bir sebebi olamayacağını biliyor olması lazım. Ben tek bir etken olmadığına eminim. Bu yüzden de sen suçlusun, hayır sen suçlu şeklinde, top en zayıfta kalır, ha ha ! biz topu sana attık sen kendini kurtarmadın şeklinde bu işten sıyrılmaya bakmak bana fazlasıyla riyakar geliyor.

National Geographic kanalında yıllardır yayınlanan ve çeşitli uçak kazalarını en ince ayrıntısına kadar işleyen Uçak Kazası Raporu programını izlerken hiç bu şekilde partilerin birbirini kazanın suçlusu şeklinde gösterdiklerini görmüyorum. Yapılan tarafsız araştırmalarla kesin ve net sonuç ortaya her zaman konuyor.

Vicdan kısmına gelecek olursak, benim kişisel fikrim şöyle: Eğer bu bir hatalar zinciriyse en masumun pilotlar olduğuna inanıyorum. THY kokpitinde soldaki kaptan koltuğunda oturan pilotların hepsi Türk Silahlı Kuvvetlerinin disiplinli alt yapısından gelen oldukça da deneyimli pilotlardır. Üstelik de o anda üçüncü pilota eğitmenlik yaptığı düşünülürse ben kaptanın göstergeye kanıp böylesine ölümcül bir yanılgıya düşmüş olabileceğine ihtimal dahi vermiyorum. Ve artık hayatta olmadıkları için kendilerini savunma hakkı olmayan insanlara suçu atmayı da bir ülke makamlarının bir diğer ülke makamlarını hafife aldığının göstergesi olarak görüyorum.

Umarım bunun bir ülke itibarı olduğunu farkeden yetkililer, kazanın duyurulduğu anda yaptıkları talihsiz açıklamaların aksine Hollanda ve Boeing'ten yükselen bu suçlayacı sesleri bastırarak verilmesi gereken doğru yanıtlarla bu sefer durumu kurtarırlar.