Orhan Pamuk'un Nobel Edebiyat Ödülü'nü aldığını öğrendiğimde türlü denemeler yapmış olmama karşın hala Kara Kitap romanını okumamış olduğumu fark etmiştim. Ertesi gün bu sefer artık bitirmek üzere kitaba başladım ve daha önce romana haksızlık ettiğime karar verdim. Tüm o karmaşık, insanı içine alan anlatımıyla bana kalırsa dört dörtlük bir edebiyat eseriydi Kara Kitap.
Kitap o sıralarda sık seyahat ettiğim için daha çok uçaklarda ya da havaalanlarında aktarmaları beklerken bana eşik ediyordu. Ancak ben de sorunluyum; herkesin ödül almış Orhan Pamuk'la yattığı günlerde milletin gözüne sokarcasına kitabı ortalık yerde okumamak gibi takıntım olmuştu. Dolayısıyla etrafta Türk yolcuların olmadığı anlarda kitaba el atıyor ve Türkçe konuşmalar duyulmaya başladığı anlarda kitabı sırt çantamın derinlerine gömüyordum. Bu da benim anti-popülerliğimin en açık itirafıdır :)
Artık kitabın sonlarına yaklaştığım bir gün Helsinki'den Münih'e uçmuş ve Münih Havaalanında aktarma bekliyordum. Kitabın bitmesine birkaç sayfa kalmıştı ama bekleme salonunda etrafım Türklerce çevrelendiği için tabi ki kitabı çıkarmadım. Kalkış saatine kadar alanda sakin sakin dolanıp vakit geçirdikten sonra tekrar salona döndüğümde baktım ki yolcular arasında bir köşede tek başına Orhan Pamuk oturuyor. Tam o günlerde İsveç'e gidip ödül töreninde Nobel'ini almıştı ve anlaşılan şimdi dönüyordu. Adamı gördüğümde saf saf Türklerin arasında kitabı okuyamıyorum şimdi bu adamın yanıdan nasıl okurum yahu diye geçirdim içimden. Ve sonra dank etti ki hazır yazar burada ne okuması kitabı imzalatsana dedim . Sonra da darmadağan sırt çantamda tükenmez kalem bulmaya giriştim aceleyle.
Adamın yanına gidip kitabı imzalatmak için uzattığımda Orhan Pamuk kitabın Can Yayınevi'nin çıkardığı 90lı yıllardan kalma eski bir baskısı olduğunu görünce keyiflendi. Ben de ağbimin kitabı olduğunu itiraf ettim ve kitabı ikimizin adına imzalamasını rica ettim. Benim ucuz tükenmez kalemim yerine kendi şık dolmakalemiyle imzasını attığında aklımdan tek şey geçiyordu. Hemen ağbime haber vermek ve zengin olduğumuzu söylemek :) ee, bundan bir kırk yıl sonra satsak iyi para getirirdi bu kitap ne de olsa.
İşin esprisi bir yana geçmişe dönecek olursak Pamuk'un romanları takip ettiğim yazarlar içinde benim için çok farklı şekillere girmiştir.
Daha önce de bahsetmiştim; benim için Sessiz Ev beni düzenli kitap okumaya sardıran kitap zincirlemesini başlatan ilk kitaptı. Kitabın içindeki karakterlerin birbirinden ayrışan hayat görüşü, bakış açıları ve anlatımları o kadar etkiliyecidir ki anlatılan öykünün bütününe tek taraflı değil de objektif bakarsınız. Ondan da eski Cevdet Bey ve Oğulları'ndaki bu anlatım belki de romanın daha derin olmasından dolayı sizi daha da sarar ve o takoz kalınlığındaki kitap bittiğinde boşluğa düşmüş gibi kalırsınız.
Geçmişinde, hatta gençliğinde böylesine iyi eserler çıkarmış bir yazarın olgunluk döneminde edebiyatı baştan yaratmasını beklemek de kaçınılmaz oluyor haliyle. Ancak Orhan Pamuk'u asıl üne kavuşturan Can Yayınevi'nden zamanın parasıyla 2 milyara şimdiki yayınevine transfer olması herşeyi ticarileştrdi. Başta haberi öğrendiğimde tıpkı haberi yorumlayan radyo spikeri gibi üçüncü sınıf dansözlerin bile sanatçı kabul edildiği günümüzde bir yazarın böylesi bir ücretle transfer edilmesi gerçekten umut vericiydi. Ama Orhan Pamuk'un bu transferden dolayı minnet duygusuyla çalakalem yazdığı Yeni Hayat sonun başlangıcı oldu ne yazık ki. Evet tonla sattı kırküsür baskı yaptı ama Türkiye'deki en çok satan ama en az okunan kitap ünvanından başka hiçbir değere de sahip olamadı.
Hadi dedik, yeni yayınevine jest kitabıydı, geldi geçti. Sonrasında bir de üstüne tonla ödül aldığı Benim Adım Kırmızı da bir başka anlamsız çalışma olarak raflarda yerini aldı. Belli ki Pamuk Osmanlı arşivlerini çok taramış, sözcük haznesini oldukça geliştirmişti. İçine hafifçe cinsellik serpiştip tarihi bir roman oluşturmuştu. Ancak onun yarısı inceliğindeki Beyaz Kale çok daha zengin içerikli ve Mustafa Altıoklar'ın İstanbul Kanatlarımın Altında filmine ilham olacak kadar kuvvetliydi.
Kar'a hiç değinmiyorum. Çünkü bence Orhan Pamuk aklınca dönemin politik polemikleriyle gündemdeki yerini sağlamlaştırmaya çabaladı. ama yazarın en az akılda yer eden kitabı olarak yer almanın ötesine geçemedi.
Ve sıra geldi Masumiyet Müzesi'ne. Daha kitabı bitirmedim ama yarısından sonra kitap gözümün önünde ters takla atlamaya kalksa bile beni etkilemeyeceğine emin olduğum için dayanamayıp yazmaya başlıyorum.
Dilin basitliği, karakterlerin kesinlikle okuyucuda her hangi bir yer etmeyen zayıf betimlemeleri, bir dönem romanı olmasına karşın ana karakterin kendi saplantısı ve günlük alışkanlıarının ötesine geçmeyen ülkedeki durumların üzerinden yüzeysel geçişi, bir de aklınca eski romanlarındaki karakterlere ve hatta kendisine yer vermesi o kadar banal ki açıkçası bu kadar kalın bir kitabın bu kadar başarısız olması bile başlı başına şaşırtıcı oldu benim için. Aslında roman baştan yazılmış bir hikayeden çok eski iyi şarkıların ucuz coverlarla yeniden piyasaya sürülen kötü dans parçalarına dönüşmüş hallerini getirdi aklıma.
Daha bitmemiş romanın eleştirisi mi olur, evet olur. Dediğim gibi, Pamuk gittikçe tarzını geliştiren bir yazar olacağına ne yazsam satıyor, adım marka oldu anlayışıyla tembelleştiği için zaten Masumiyet Müzesi'nden de birşey beklemiyorum.
Birbirini tekrarlayan iradesiz erkek kahramanlar ( Yeni Hayat, Benim Adım Kırmızı, Kar, Kara Kitap ) güçlü karakterleri ve güzellikleriyle ana karakterin aklını alan kadın karakterler ( bakınız üst parantez ) ve Nişantaşı'nın ötesine geçmeyen ( Cevdet Bey ve Oğulları, Kara Kitap, Yeni Hayat ) bir hayattan başka anlatacak bir hikayesi de kalmayan Orhan Pamuk artık yazmasın lütfen diyorum. Belli ki gittikçe bu döngüden kurtulamadığı gibi biz kitap severlere hayal kırıklığı ile öfke arasında gelgitler yaşatacak kitaplarla vaktimizi ziyan edecek.
O yüzden o eski güzel romanlarının hatrına, Orhan Pamuk'a yazma artık diyorum. Roman yazma !