30 Aralık 2008 Salı
26 Aralık 2008 Cuma
Varsa bilen buraya gelsin
- Paul Auster neden yazar olarak anılıyor anlamış değilim. Kitap yazmış olmak roman yazmış olmak bir insanı yazar yapmaya yeter mi ?
Ben bu adamın kitaplarını okuduktan sonra gözümün önüne şöyle bir sahne geliyor. Bir konu buluyor hafif fantastik ama sonunu bir türlü bağlayamıyor. Bir yere varacak diye beklerken bakıyorsunuz lafları sürekli eylemlerle uzatıp birbirini tekrarlıyor. Sonra da hikaye bir anda sanki orada film şeridi kopmuş gibi bitiveriyor. Yayınevine de " Bakın basılabilecek kadar kalınlığa erişti artık basabiliriz." diye teslim ediyor.
Sizce Paul Auster New York'ta değil de Macaristan ya da Sri Lanka'da doğup büyümüş sonra da aynı yolu izlemiş olsa yazarlık mertebesine erişebilir ve tüm kitapları bilmem kaç dile çevrilebilir miydi ? Anlamış değilim.
Ben bu adamın kitaplarını okuduktan sonra gözümün önüne şöyle bir sahne geliyor. Bir konu buluyor hafif fantastik ama sonunu bir türlü bağlayamıyor. Bir yere varacak diye beklerken bakıyorsunuz lafları sürekli eylemlerle uzatıp birbirini tekrarlıyor. Sonra da hikaye bir anda sanki orada film şeridi kopmuş gibi bitiveriyor. Yayınevine de " Bakın basılabilecek kadar kalınlığa erişti artık basabiliriz." diye teslim ediyor.
Sizce Paul Auster New York'ta değil de Macaristan ya da Sri Lanka'da doğup büyümüş sonra da aynı yolu izlemiş olsa yazarlık mertebesine erişebilir ve tüm kitapları bilmem kaç dile çevrilebilir miydi ? Anlamış değilim.
21 Aralık 2008 Pazar
Ben bunu her yil yapiyorum
Ilkokul birinci siniftayken kirtasiyeden ustu simli yilbasi kartlari almistim. Okul cikisinda anneannemle birlikte akrabalarima yilbasi tebrik mesajlari yazmis ve pullarimizi yapistirip postalamistik. Gerci posta pulu degil de agbimin damga pullarini yapistirdigimiz icin kartlarin hepsi de geri donmustu ( hehe ! ) ama tum bu surec o beni kadar heyecanlandirmisti ki bunu yapmayi hala surduruyorum.
Halalar; babaanne, kuzenler derken, ortaokulda yurt disindan mektup arkadaslar, baska sehirlerdeki yakin arkadaslarim, bugun ise artik yurt disinda yasayan yakin arkadaslarima gonderiyorum kartlarimi. Ne e-posta yoluyla gelen orasi burasi oynayan boyali animasyon yilbasi mesajlari, ne facebooklardan ya da baska sosyal aglardan gonderilen klonlanmis yeni yil mesajlari, hic biri gercek bir kart ve el yazisinin yerini tutamiyor.Dusunun, yilbasinda size e-posta yoluyla gelen kac tebrik icinizi isitiyor ya da kisisel folderlarinizda yer tutuyor ? Ya da sizin ozenerek yazdiginiz o e-postalardan kaci daha subject kismi okunur okunmaz cop tenekesini boyluyor acaba?
Diyorum ki bu yilbasi siz de insanlik icin o eski guzel adimlardan birini atin. Uzaktaki dostlarinizin, eski sinif arkadaslarinizin, buyuklerinizin adreslerini edinip onlara renkli guzel kartlar postalayin. Hepsine ayri guzel bir mesaj yazip kendi el yazinizla imzanizi atmayi da unutmayin. Yani gercekten mutlu bir yil dileyerek mutlu edin onlari.
En gec bir haftaya artik sadece faturalarin doldurdugu posta kutularinda o kartlari bulduklarinda nasil sasiracaklarini gozunuzun onune getirin. O kartlari evlerinde ya da is yerlerinde gozlerinin onunde bir yere koyup onlari her gorduklerinde sizi animsayacaklarini da..
Silinip gidecek, genele gonderilen o ` Mutlu yilaaaaaaaaaaaaaaar` subjectli e-postadan daha faydali olacak; goreceksiniz, bu yil siz de deneyin :)
18 Aralık 2008 Perşembe
Yılın "Uçan Tekme" adayım
Hüseyin Üzmez yılın ikinci çeyreğinden itibaren ulusal kanallarda gazetelerde en çok yer kaplayan sinir sistemi bozucu bir virüstü, bunu biliyoruz. Ancak onun ne olduğu zaten başından sonuna belli. Bu mahluk daha ne yumurtlasa bizi şaşırtmayacak. O yüzden daha güçlü bir adayı seçmeyi uygun gördüm.
Yaşar Alptekin...
Dejenerasyonun verdiği gazla yıllarca o orji benim bu uyuşturucu alemi yine benim, kızlar gelsin, oğlanlar gitsin şeklinde gününü gün et. Sonra da popülerlik söndü, paranın kaynağı kurudu, pişmanım ayaklarında dini kendine kalkan seç. Artık hangi tarikatın vitrinidir kendisi bilinmez, dinine falan karıştığım da yok. Ama bu şahsın o saçma sapan yaşadığı yıllarda dinine inanan kesim ibadetini biliyor ve sürdürüyordu zaten. Şimdi kalkıp hacı ayaklarında üç beş yıllık din deneyimiyle hocalık taslamaya başlarsa riyakarlıkta yılın ödülünü de alır.
Ve ödülünü alan Alptekin'in mutluluk anı için http://www.youtube.com/watch?v=wB3ahOezV6M&feature=related
16 Aralık 2008 Salı
Başka gezegene ait diyaloglar
Düzenli olarak gittiğim spor salonu İstanbul'un en pahalı ve sosyetik klüplerinden biri. Zengin olduğum için değil çalıştığım şirket aynı binada ve üyelik ücretinin önemli bir kısmını karşıladığı için üyeyim buraya. Tıpkı diğer çoğu iş arkadaşlarım gibi.
Ülkenin kriz kriz diye inlediği, her geçen gün işsiz kalanların, paralarını tahsil edemeyen alacaklıların arttığı günümüzde burası kurtarılmış bölge gibi.
Alt tarafı bir spor salonu tabi ama soyunma odasında tanık olduğum anlar işte bu günlerde oradaki tek dünyalı ben miyim diye tereddüte düşmeme engel olamıyor.Örnek 1
50 yaşlarında oldukça bakımlı iki teyze soyunma odasında karşılaşırlar.
Teyze A: Ah canım naber nasılsın ?
Teyze B: İyiyim canım nolsun, haftaya çok yakın bir arkadaşım evleniyor Fransa'ya gideceğim düğün için.
Teyze B: Ay ne güzel, nerde peki düğün ?
Teyze A: Paris'te.
Teyze B: Bu mevsimde çok güzel olur, Paris'te nerde peki düğün ?
Teyze A: Bilmiyorum, işte çok yakın arkadaşım, gideceğim ben de.
Paris'te nerde düğün nasıl bir sorudur ? St. Germain belediye binası mı demesi gerekiyor teyzemin ya da hödö bödö kilisesi dese anlayacak mi acaba Teyze B. Anlaşılan belli bir kesimin Paris'te düğün fantazisi gerçekten varmış.
Bir başka diyalog geliyor şimdi. Bunları görmüyorum, sadece konuşmalarını duyuyorum.
Teyze A: Sen Amerika'ya gitmeyecek miydin bu hafta ?
Teyze B: Gidiyorum. Önce buradan New York'a uçacağım, orada bir kaç gün kalıp Miami'ye geçecegiz. Miami yakınlarında hödö kenti var, çok güzel orada bir hafta kalacağız. Sonra gemiyle Kırabiyıns'a ( !?!? ) geçeceğiz. Pırtı Riko ( ?!!!! ), hödö adası bödö adası gezeceğiz.
Burada aksan beni dumura uğratırken daha önce adını bile duymadığım adalar silsilesi içindeki bu tatilin toplam kaç gün süreceğini hesaplama yeteneğim silindi gitti. En az 2 hafta süreceği düşünülürse toplam maliyet... hımm...
Teyze A: Bu mevsimde de çok güzeldir oralar, şimdi yaz tabi.
Teyze B: Even o yüzden annemleri götürüyorum iyi gelir oraların plajları kumları.
Yalova termallerinden bahsediyor sanki, hadi bakalım.
Ven son diyalog, yine iki teyze koridorda karşılaşıyor.
Teyze A: Canım naber, oğlunun yanına gidecektin hani ?
Teyze B: Evet, öbür bayram gitmiştim şimdi o geliyor zaten.
Teyze A: Ah evet Christmas tabi.
Teyze B: Evet, oğlan Christmas'a geliyor.
Türkçesi, oğlu Amerika'da öğrenci ve noelde okul tatil olduğu için Türkiye'ye geliyor. Yani henüz " Christmas" kutlamaları başlamadı Türkiye'de..!!
10 Aralık 2008 Çarşamba
Nerede o eski eylemler ?
Geçen cuma günü Yunanistan'da genç bir protestocu polis tarafından vuruldu ve o günden bu yana sokaklar sakin gün görmedi. Hatta ülkenin yurt dışındaki elçilerine kadar halkın protestosu ve eylemleri taştı. Tüm bu sivil tepkinin sebebi tabiki de sadece bir çocuğun öldürülmesi olamaz ama bardağı taşıran son damla dahi olsa söz konusu ulusal tepkinin tek bir insan canı yüzünden olması bile takdir edilesi bir durum.
Bizde saat başı değişen gündemi düşününce bu tip eylemleri hayal etmek bile yorucu geliyor olmalı, yoksa neden bizde de bu tip sivil insayatif olmasın ki, di mi ?
Anne ve babalarımızın katıldığı 60lardaki üniversite yürüyüşleri kadar eskilere gitmeye de gerek yok.
Mesela bir zamanlar daha yeni yeni tanıştığımız özel radyolar kapatıldığı için arabalarımızın antenelerine siyah kurdele bağlayarak bu durumu protesto etmiştik. O zamanlar internet olmadığı halde etrafta siyah kurdelesi dalgalanan araçlar her geçen gün artarak çoğalmıştı. Çok değil, bir kaç ay sonra başbakan seçilen Tansu Çiller bu tepkileri görmemiş olsa ilk iş olarak özel radyoları serbest bırakmazdı kuşkusuz.
Ardından hem eğlenerek hem de süresini uzatarak yaptığımız Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık Eylemleri geldi. Susurluk rezaletine tepki diye başlayan eylem önce akşamları saat 9'da sadece bir dakika boyunca ışıklarımızı söndürme eylemleri olarak başladı ama sonra o zamanki Refah-Yol hükümetinin bu sivil tepkiye talihsiz yorumları üzerine iyice şiddetlendi. Işıklar sessizce sönmekten ışık açma ve kapama eylemine, tencereli, düdüklü, ıslıklı çok sesli koroya kadar oldukça gürültülü bir hal aldı. Çok değil, 11 yıl önceydi ve o şubat ayında yaşananları hala çok net hatırlıyorum.
Akşam yemeğini sakince yiyen sonra tam mevye saatinde aynı anda coşan insanların acayip yaratıcılıklarını kattığı bir hal alıyordu o saat. Bizim arka apartmanın büyük bir bahçe ışığı vardı, adamlar onu bile kapatırlardı. Bir de bizim mahallede biri eylem saatinde " Susma sustukça sıra sana gelecek" ritmini oldukça kötü bir şekilde flütle çalıyordu ki o kadar kopan gürültüde o komik sesi ayırmak hiç zor olmuyordu. Bizim kedi çıkan gürültüde panikle nerden nereye kaçacağını şaşırırken annem elinde düdük mahalleyi inletiyordu. Mahallenin dışına çıktığımda etraftaki yüksek apartmanların diskovari bir şenlikte ışıl ışıl yanıp sönmelerini izlemek bile büyük keyifti ve bu eylemin ülkenin her yerinde yapıldığına şahit olmak gerçekten hoşuma gidiyordu.
Bazıları evet o kadar tepindik, elektrik idaresinin trofalarını patlattık da ne oldu sanki diyebilir tabi. Ancak şunu unutmamak gerekir ki Sincan'dan tankların " demokrasi ayarı" adına turladığı bir dönemde biz bu sivil tepkiyi ortaya koymasaydık aynı yıl başbabakan Erbakan istifasını cumhurbaşkanına değil muhtemelen bir gece yarısı kapısını çalacak askere sunmak zorunda kalacaktı.
Sivil toplum hareketleri her zaman elinde bayrak ya da pankart sokaklara çıkmak, bir mayıslarda olduğu gibi ortalığı birbirine katmak anlmına gelmeden de olabiliyor. Bugünlerde bir türlü de bitmeyen aptal bir " Kırmızı giy kalbini koru" reklam kampanyasını gördükçe bu mudur yani kalp hastalıklarına olan tepkimiz diye söylenerek geçiyorum. Ya da telefekrik sırasını alan bakana kızan kadının haberini sanki söz konusu olan bakan değil de yüce bir varlıkmış gibi manşetten veren gazetelere saydırıyorum. Ve komşudaki ayaklanmaları yakından takip ediyorum. Halk iradesinin tepeye çıkardıklarını isterlerse nasıl da güzel indirebileceklerini bize tekrar hatırlattıkları için.
Bizde saat başı değişen gündemi düşününce bu tip eylemleri hayal etmek bile yorucu geliyor olmalı, yoksa neden bizde de bu tip sivil insayatif olmasın ki, di mi ?
Anne ve babalarımızın katıldığı 60lardaki üniversite yürüyüşleri kadar eskilere gitmeye de gerek yok.
Mesela bir zamanlar daha yeni yeni tanıştığımız özel radyolar kapatıldığı için arabalarımızın antenelerine siyah kurdele bağlayarak bu durumu protesto etmiştik. O zamanlar internet olmadığı halde etrafta siyah kurdelesi dalgalanan araçlar her geçen gün artarak çoğalmıştı. Çok değil, bir kaç ay sonra başbakan seçilen Tansu Çiller bu tepkileri görmemiş olsa ilk iş olarak özel radyoları serbest bırakmazdı kuşkusuz.
Ardından hem eğlenerek hem de süresini uzatarak yaptığımız Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık Eylemleri geldi. Susurluk rezaletine tepki diye başlayan eylem önce akşamları saat 9'da sadece bir dakika boyunca ışıklarımızı söndürme eylemleri olarak başladı ama sonra o zamanki Refah-Yol hükümetinin bu sivil tepkiye talihsiz yorumları üzerine iyice şiddetlendi. Işıklar sessizce sönmekten ışık açma ve kapama eylemine, tencereli, düdüklü, ıslıklı çok sesli koroya kadar oldukça gürültülü bir hal aldı. Çok değil, 11 yıl önceydi ve o şubat ayında yaşananları hala çok net hatırlıyorum.
Akşam yemeğini sakince yiyen sonra tam mevye saatinde aynı anda coşan insanların acayip yaratıcılıklarını kattığı bir hal alıyordu o saat. Bizim arka apartmanın büyük bir bahçe ışığı vardı, adamlar onu bile kapatırlardı. Bir de bizim mahallede biri eylem saatinde " Susma sustukça sıra sana gelecek" ritmini oldukça kötü bir şekilde flütle çalıyordu ki o kadar kopan gürültüde o komik sesi ayırmak hiç zor olmuyordu. Bizim kedi çıkan gürültüde panikle nerden nereye kaçacağını şaşırırken annem elinde düdük mahalleyi inletiyordu. Mahallenin dışına çıktığımda etraftaki yüksek apartmanların diskovari bir şenlikte ışıl ışıl yanıp sönmelerini izlemek bile büyük keyifti ve bu eylemin ülkenin her yerinde yapıldığına şahit olmak gerçekten hoşuma gidiyordu.
Bazıları evet o kadar tepindik, elektrik idaresinin trofalarını patlattık da ne oldu sanki diyebilir tabi. Ancak şunu unutmamak gerekir ki Sincan'dan tankların " demokrasi ayarı" adına turladığı bir dönemde biz bu sivil tepkiyi ortaya koymasaydık aynı yıl başbabakan Erbakan istifasını cumhurbaşkanına değil muhtemelen bir gece yarısı kapısını çalacak askere sunmak zorunda kalacaktı.
Sivil toplum hareketleri her zaman elinde bayrak ya da pankart sokaklara çıkmak, bir mayıslarda olduğu gibi ortalığı birbirine katmak anlmına gelmeden de olabiliyor. Bugünlerde bir türlü de bitmeyen aptal bir " Kırmızı giy kalbini koru" reklam kampanyasını gördükçe bu mudur yani kalp hastalıklarına olan tepkimiz diye söylenerek geçiyorum. Ya da telefekrik sırasını alan bakana kızan kadının haberini sanki söz konusu olan bakan değil de yüce bir varlıkmış gibi manşetten veren gazetelere saydırıyorum. Ve komşudaki ayaklanmaları yakından takip ediyorum. Halk iradesinin tepeye çıkardıklarını isterlerse nasıl da güzel indirebileceklerini bize tekrar hatırlattıkları için.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)